Öne çıkan

TÜRK İSLAM ÜLKÜCÜLÜĞÜ: dünü-bugünü 1

Gerek Devlet Bahçeli’nin gerekse MHP’yi el altından yönetenlerin yanlışları nedeni ile ülkücülük, AKP’ye yalakalığa dönüştü.

Geçmişte işler iyi gitmesede ülkücüler, geçmişte Türklüğe dayanan söylemleri ile övünebilirlerdi. Şimdi AKP’ye kapı kulu edildiler.

EN SON YAYINLANAN YAZILAR…

‘MİLLET TAMPON ROLÜNÜ REDDEDİYOR’

ABB Başkanı Yavaş, büyükelçilere verdiği resepsiyonda sığınmacı sorununu anlattı: ‘Ülkemiz tampon işlevini reddediyor’ Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, büyükelçilere verdigi resepsiyonda sığınmacı sorununa değinerek “Türkiye artık göçmenler için bir kalış ülkesi haline gelmiştir. Bunun yarattığı toplumsal huzursuzluk, demografik baskı mevcut durumun sürdürülemez olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu bakımdan milletimizin endişeleri gözetilmelidir. Milletimiz bir mülteci…

Muhsin Yazıcıoğlu

Muhsin Yazıcıoğlu, önce şeyhin elini tuttu, şeyhde döndü öbür eli ile akça destesini ona sundu.  Bütün bunlar olur iken Muhsin Yazıcıoğlu’nun Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Cemil Çiçek, Bülent Arınçlarla arası iyi idi. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül le görüşmek için önceden bildirmesi bile gerekmemekte idi. Doğrudan tık kapıyı açıp girer idi.  Artik MİT’in dayanağını…

Yurtseverlik gerçekçiliği arar.

Yurtseverlik gerçekçiliği arar. Bu günde Muhsin Yazıcıoğlu üzerinden Türkiye gerçeklerine bir bakalım. Bu iyi bir örnektir. Kendini yurtsever olarak gören, bazanda Türkçü olarak görenler, Muhsin Yazıcıoğlu’nu örnek gösterip onun yuruğunu (resim) bölüşmekteler. Bazılarıda onun yattığı beşiğin (mezar) başına gedip, orada yuruk çektirip yayınlayarak, Muhsin Yazıcıoğlu aracılığı ile kendilerine bir değer eklemek istemektedirler. Önce Muhsin Yazıcıoğlu kimdir? Ona…

En son yazılarımız asağıda en altta görülmektedir …

ÜLKÜCÜ-TARİKAT İLİŞKİLERİ

Tarikatların;

-İç çekişmeleri

-Milli Görüş ilişkileri

-Ülkücüler ile ilişkileri

-Diğer kuruluşlarla ilişkileri

Yazımıza Bilge Kaan’ın karabudun (cahilhalkı) için söylediği sözle başlayalım.

Türk budununun tek gücü ak budundur, kara budun kara günde arkamızda olmayabilir.” Bilge Kagan

Tarikatlara dayalı biçimde geliştirilen TÜRK- iSLAM ÜLKÜCÜLÜĞÜ

1970’lerin en önemli özelliği komunizme karşı, sivil bir yeşil ordunun yaratılması idi.

Türk Ordusu ile Türk Polisi’nin bazı birimlerince destek gören bu oluşuma ABD’li uzmanlarda danışmanlık yapıyorlardı. 1960 başkaldırısının (ihtilal) güçlü albayının başı çekmesi ile yine devletin bazı kurumlarınca destek gören sol oluşuma karşı “vatan ve milletin bütünlügü”ne inanan, gerekirse Allah Yolunda CİHAD edecek bir YEŞİL KUŞAK ülkücü gençliği oluşturuldu.

Ülkücüler, aşağıda anlatıldığı gibi gerek Nurcu gerekse Nakşibendilerce önce islamlaştırıldılar, sonrada komunizme karşı CiHAD’a giriştirildiler.

Bunlardan bazılarını tanıtalım:

Ümraniye:

Onlar artık bir hizbullah, birde Milli Görüş mücahidi olmuşlardı. Bakın: Ümraniye Ülkü Ocağı, tekkeye çevrildi. AKP’ye taban sağlayan ocaklardan biriside Ümraniye Ocağı dedi ülküdaşlarımız.

Ülkücülük neden İslam davasıdır, İlay-ı Kelimetullah davasıdır biliyormusunuz? Bir ülküdaşımızın anlattığına göre burası tarikatların şeyhlerin anlatıldığı bir yer durumuna getirildi. Bunu bilmeyende yok. Üstelik, bazı tarikat şeyhleri övülüyor. Tarikatların ülkücüler içine attıkları tohumlar, 2012 yılına gelindiğinde böyle yeşermiş idi. Bir ilçe ülkü ocağı başkanının, Milli Görüş düşüncesini benimsediğinin belgesine bakınız.

AKP'NİN ELİ ÜMRANİYE ÜLKÜ OCAKLARININ CEBİNE GİRDİ.
AKP’NİN ELİ ÜMRANİYE ÜLKÜ OCAKLARININ CEBİNE GİRDİ.
ÜMRANİYE ÜLKÜ OCAĞININ CİHAD EĞİTİMİ
ÜMRANİYE ÜLKÜ OCAĞININ CİHAD EĞİTİMİ

Güngören:

Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP'ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP’ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP'ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP’ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP'ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP’ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP'ye taban oluşturuyorlar.
Tekkeye çevrilmiş olan Ülkü Ocakları, AKP’ye taban oluşturuyorlar.
ÜLKÜ OCAKLARININ TEKKEYE DÖNÜŞMESİNİN BELGELERİ !!!

Bir başka ilçede de durum böyle: yer Akçaabat

Akcaabat ülkücüleri cihad yolunda...
Akcaabat ülkücüleri cihad yolunda…

Vurdular, vuruldular… Taa 12 Eylül 1980’e deyin…

Biz bu durumu aydınlatabilmek için  ülkücülere en çok etki eden Nurcu ile Nakşibendi tarikatlarının iç çekişmeleri, birbirlerine karşı olan ayak oyunlarını, ayrıca politik partilerle ilişkilerini gözler önüne serdik…

Bu gördügünüz damga Amerikan Gizli Haber Alma Örgütünün armasıdır.  (Amerikan İstihbarat Merkezi)

Nurcu Tarikatlar’ın dünü bugünü

Said-i Kürd-i (Nursi)’nin ölümü, (Urfa, 23 Mart 1960) Türkiye Cumhuriyeti için bir soluk alma dönemi, islamcı akımlar içinde bir güç yitirme dönemi olmuştur. Türkiye, subayların yötetime el koyacakları (darbe) söylentileriyle çalkalanırken, en büyük İslamcı güç olan Nurcular şeyhlerinin ölümüne ağlıyorlardı.

Said-i Nursi’nin ölümünden bu yana 51 yıl geçti, bu dönemde İslamcı güçler, çok yüksek boyutlarda yetkilere ulaştılar. 1960’larda esen demokrasi ve özgürlük yellerine karşı bir dalgakıran olarak düşünülen İslamcı kuruluşlar, bu anlayış içinde serpilip büyüdü. Amerika’nın Devletin himayesi altında kurdurduğu yarı yurtsever (milliyetçi) yarı şeriatçı “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, Rusya ile Çin yönetimlerini (komunizm) savunan solcularla karşı karşıya getirildi. Bu arada bir yandan İslamcılar, öbür yandanda yurtseverler (milliyetçiler) orta (merkez) sağın içinden ayrışmaya başladılar. Kendilerine özgü birer parti kurdular. Alparslan Türkeş, yurtsever (milliyetçi) söylemlerle öne çıkarak, kurulmuş olan bir partiyi CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) ele geçirerek işe başladı, sonrada partinin adını MHP (Milliyetçi Hareket Partisi)’ne çevirdi. Alparslan Türkeş, aşırı islamlaşmaya karşı idi. Cumhuriyet gazetesinden Cevat Fehmi Başkut’a “Çarşaflıları gördükçe tüylerim ürperiyor, ezanın yeniden Arapçaya dönüşü bir ihanettir” biçiminde konuşan Alparslan Türkeş’in (Zübeyir Gündüzalp, ‘tarihi vesikaların ışığı altında islami hareket ve
Türkeş’) ABD’nin isteği doğrultusunda kendisi, partisininin kapılarını istemesede aşırı islamcılara açacaktı.1953 yılında Cumhuriyet Millet Partisi ile Millet Partisi’nin birleşmesi ile ortaya CKMP çıkmıştı. Şubat 1969’da CKMP’nin MHP ye dönüşmesinde parti içindeki islamcılar, MİT’in de yönlendirmesiyle ağır basarak, yurtsever Türkçü kanadı dışladılar. (Bu konuda tek belge Mehmet Çınarlı’nın eseridir.)

İstanbul’da bulunan Türkçüler:

Türkçüler; Mustafa Ok, Nihat Çetinkaya, Doğan Yıldırım, Oğuz Şaban Duman, Mustafa Ruşen, Ümit Mülazımoğlu.


Türkçüler'in içine sızdırılmış köstebek.
Türkçüler’in içine sızdırılmış köstebek.
Necdet Sevinç
Necdet Sevinç

1980 öncesi-1980 sonrası Ülkü Ocakları’nda Türklük için dik duran tek yigit bozkurt Fethi Yıldız olmuştur.

Fethi Yıldız: O Istanbul Ülkü Ocakları Başkanı idi. Tarikatlara boyun eğmeyen bir bozkurt idi.
Fethi Yıldız: O Istanbul Ülkü Ocakları Başkanı idi. Tarikatlara boyun eğmeyen bir bozkurt idi.

/Çok yakında Hüseyin Feyzullah (Türkeş)’ın Mustafa Ok’u öldürün buyruğunu vermesi. Istanbul Ülkü Ocagı’nında Mustafa Ok’u öldürme girişimleri, burada yayınlanacaktır./

(Turan Özbay, Ülkücü Hareketin Tarihi Süreci-1, (O günlerde islam toplumculuğunu ele alan yapıda idi. “DAS” ) Sonrakı yıllarda MİT le ilişkileri ortaya çıkmıştı.

Turan Özbay
Turan Özbay

Ankara’da bulunan Türkçüler

 

Kırsehirde bulunan Türkçüler

Ümit Mülazimoğlu

Ümit Mülazımoğlu
Kırşehirli bir yuttaş

Olay Böyle Gelişmişti.

Alparslan Türkeş’in, Türkçülükten Türk-İslam Ülkücülüğü’ne Geçişi:

http://turkcudotcom.wordpress.com/2014/09/03/turkculere-ne-oldu/

AYRIŞMANIN NEDENİ

27 Mayıs 1960’ta Türkiye’de yönetimi ele alan Subayların dokuzu, 22 Şubat 1964 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katıldı. 31 Mart 1965‘te, 14’lerden Dündar Taşer, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Mustafa Kaplan gibi eski MBK (milli birlik komitesi) üyeleri ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi – (CKMP)’ne girerek doğrudan siyasi yaşama atılmış oldu.

Öncüleri Alparslan Türkeş’ti. Bu tob (grup) kısa bir süre sonra partiyi ele geçirdi. Alparslan Türkeş, partinin genel başkanı oldu.

1960’ta yönetime el koyan (ihtilalci) bazı subayların parti yönetimine gelmesiyle CKMP’de büyük dönüşümler yaşandı. Örneğin, partinin o tarihe kadar ülke yarısında teşkilatı varken, bu sayı hemen 61 il ve 435 ilçeye yayıldı.

Türkiye ilk kez, partili gençlerin kendilerine verdikleri adla, “SANGUN (komando) yürüyüşü”yle tanıştı. Yürüyenler yalnızca Türkçü gençlerdi.

CKMP, Türkçü bir partiydi. Türkeş’in yanında çöreklenmiş, Milli Görüş çigisinde bulunan bazılarına göre Türklüğe dayalı bir siyasal çizgi geniş kitlelerle buluşamıyor; oy alamıyordu. Türkeş ile bir iki arkadaşı, “Türkçü” parti çizgisini değiştirmeyi düşündüler.

Türkeş ile bazı subay arkadaşları cumhuriyetçi, laik, Türkçü olsalar da, oy alabilmek için İslamcı söylemlerden yararlanmayı düşündüler.!

Bu değişim/dönüşüm yalnızca parti kurallarıyla sınırlı olmayacaktı; oluşumun simgeleri bile değiştirilecekti.

İşte Adana kongresi bu amaçla toplanmıştı.

Adana’da toplanılmıştı; çünkü Alparslan Türkeş ile islamcı değişimi isteyen bir iki arkadaşı, Ankara, İstanbul gibi kentlerde parti çizgisinin değişmesine karşı çıkan güçlü bir “Türkçü” tob (grup) olduğunu biliyorlardı.

Sonuçta iki gün süren Adana kurultayında büyük tartışmalar, kavgalar ve ayrışmalar yaşandı…

BÜYÜK DÖNÜŞÜM

Kongre iki gün boyunca çok tartışmalı geçti. Kurultay Başkanı Orhan Kaleli bile kurultay başkanlığından ayrılmak (istifa)  durumunda kaldı. Türkçülerin simgesi “Tanrıdağı”nın yanına, İslamiyet’in simgesi “Hiradağı” eklenip yeni bir söylem üretilmişti: “Tanrıdağı kadar Türk, Hıradağı kadar Müslüman.”

Türkiye’nin o günkü güvenlik güçleri MİT, bu değişikliği yeterli görmemiş, parti içinde islamcılığa bundanda geniş yer istemişti.

Alparslan Türkeş, artık geleceğini islamcı kesimle isbirliğinde görmeye başlamıştı, onun içinde “Tanrı Türk’ü Korusun” söyleminin yerini de “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın” alacaktı! Benzeri İslamcı simgeler, Türkçü kesimden, “Türkler Araplaştırılmak isteniyor” biçiminde tepki aldı.

Nihal Atsız ile arkadaşları, kurultayda Türkeş’i uyardılar. İşin gerçeği Nihal Atsız ile Türkeş’in dava arkadaşlığı çok eski yıllara dayanıyordu.

 

Alparslan Türkeş’in, Amerika (CIA)’nin önerisi ile bir yandan oy toplamak, öbür yandan kendisine özel bir yer edinmek için yol verdiği islamcı oluşumlar, çok geçmeden en büyük tokatı kendisine indirecekti. Yıllarca kendi yanında bulundurduğu Muhsin Yazıcıoglu, önce geniş ölçüde Ülkü Ocakları’nı ele geçirmiş, ondan sonrada partinin yönetimini eline almak istemişti, o olmayınca Alparslan Türkeş’i aşağılayarak, partiden ayrılmış, geniş bir islamcı kesimide yanında götürebilmişti.

türkçülerle ilgili türkçü-toplumcu-buduncular yayınına bakabilirsiniz.

https://turkcudotcom.wordpress.com

Türkçüler’in MHP’den dışlanması ile MHP içinde yerini sağlama almış olan şeriatçı kesim ile 24 yıl sonra yeni bir ayrışma yaşadı, bu kere islamcı Ayrışma oldu:  

Muhsin Yazıcıoğlu 1987’de MÇP’de siyasete girdi. MÇP’de Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu. MHP’nin devamı olarak kurulan MÇP’den “Siyasi anlayışıyla uyuşamadığı” nı öne sürerek 1992 yılı Temmuz ayında  ayrıldı.

29 Ocak 1993  yılında Amerika (CIA) yine düğmeye bastı, parti içindeki şeriatçılar, Korkut Özal ile Fethullah Gülen’in verdiği paralarla Muhsin Yazıcıoğlu’nun başkanlığında BBP’sini kurdular. (MİT belgelerinde Fethullah Gülen, Nedim Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve cemaat, 41) İş bununlada bitmedi, geride kalan şeriatçı kesim sürekli olarak, partinin Cumhuriyetçi çizgiye girmemesi için çabaladılar. Büyük, kalabalık yerleşim yerlerinde islamcı çizgiye çekilebilmiş olan Ülkü Ocakları’nda, Yurtsever (Milliyetçi) çizgide kalanlara karşı sindirme çalışmaları yapılıyordu. Dış görünüşte yurtsever (milliyetçi), iç yüzüyle “hizbullah çizgisi”nde, tarikat bağımlısı ülkücüler, Ülkü Ocakları’nı ellerine geçirmişlerdi.

.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR

Muhsin Yazıcıoğlu Ankara’da, Ahmet Orhan Sar (2.başkan) İstanbul’da “Nakşibendi-Nurcu” çizgide uygulamalarını sürdürüyorlardı. Muhsin Yazıcıoğlu ayrılıp gitmişti, ancak bir sürü tarikatçı MHP’de kalmıştı.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜLERİ.

İstanbul, Aksaray’da ülkücü NUMAN İNCE 26.12.1978 İSTANBUL, MEHMET SEDAT KURBAN 26.12.1978 iSTANBUL, öldürülme olayı buna örnektir. Vuran çocuk yaştaki Velican Oduncu’dur. Veli Can Oduncu, sorgulamasında Ülkü Ocagında bulunan başkanlarının başta Mustafa Polat, Zihni Açba, Nihat Uluslu ile Mehmet Başar’ın  kendisine öldürülen kişilerin komunist olduğunu söylediklerini, öldürdükten sonra ölenlerin Türkçü olduklarını gazetelerden okuduğunu söylemiştir. Sonrakı yıllarda Velican Oduncu’da başka ülkücülerce tutuklu bulunduğu yerde öldürülmüştü.

Bir ülkücü öldürüyor, bir diğeri toprağa gömüyor.
Bir ülkücü öldürüyor, bir diğeri toprağa gömüyor. “ya ALLAH BİSMİLLAH, ALLAHEKBER, diyerek…

16 Temmuz 1988’de Gaziantep E Tipi Cezaevi’nde çıkan bir tartışmada yine kendisi gibi Ülkücü olan İsmet Altın ve Adil Adsız’ca  şişlenerek öldürüldü. Olayın arkasında yine bir başka ülkücü olan Ferhat Tüysüz bulunmakta idi.

Unutma: Bu çocuğu yönlendirerek, Numan İnce ile Mehmet Sedat Kurban’ı öldürten namazlı abdestli ülkücüler, bu günde birer ülkücü cihadcı olarak toplumda şeriat için çaba gösteriyorlar. Bu Türk gençlerini öldürtenlerden birisi Ermeni, birisi Cerkez, birisi Abaza, bir digeride Kürt kökenli idi. O dönemde tepedeki sorumlu kisi Cerkez (Yilma Durak) idi. Yalnizca vuran bir çocuk (Veli Can Oduncu) Vurulanlar (Numan İnce ile Mehmet Sedat Kurban)’dı.

Salak, sakat bir sürü çapulcu ülkücüde bu masum çocuğu bir ülkü devi olarak tanıtıyorlar. Çünkü onlar, ülkücüleri içerden böyle vuruyorlardı.

Asağıda öldürten ile ölen yana yana duruyorlar, kinleri yüzlerine sıçramıştı.

Velican Oduncu, bir iç çatışmada şişlenerek öldürülsede ülküdaşları, onun ölüsünü “Kanımız aksada zafer islamın”, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diyerek kaldırmışlardı.

İslamcılar, önce öldürdüler, sonra şehit saydılar.
Çocuk yaşta olan Veli Can Oduncu’yu kendi amaçları icin kullanmış olan Türk İslam Ülkücüleri utansınlar.

Bütün bunlar olur iken, Ankara’da Muhsin Yazıcıoğlu Ülkü Ocakları’nda islamcı bir çalışma içinde idi.


YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜLERİ.

Yurtsever çizgide olup, islamcı olmayan ülkücülerde komunistler gibi dövülüyor, tepeleniyor (işkence) ediliyor, öldürülüyorlardı. MHP’de artık islamcılar ipleri ellerine almışlardı. İslam adına baş eğdirme dönemine girilmiş idi.

Yeşil Kuşak’tan, ŞERİAT YARGISI’na (mahkeme) doğru gidildi.

-Devletin Sıkıyönetim Yargısı (mahkemesi) vardı.

-Devrimciler, kendi karşıtlarını Devrim Yargısı (mahkeme)’nı kurarak, yargılıyor. Gerekirsede karşı görüşten olan kişiyi öldürebiliyordu.

Buna karşılık olarak, Türk-İslam Ülkücüleri’de “şeriat Yargısı (mahkeme)”nı kurmuştu. Müslümanlık bilimi en iyi olan Türk-İslam Ülkücüsü “hoca” diye anılırdı. Bu hocada gerekirse ölüm cezası verebiliyordu. Ankarada Muhsin Yazıcıoglu ile İstanbul’da Ahmet Orhan Sar’da yargıç “hoca” idiler. (Bu konuda gerekli araştırmalar yapılmaktadır. Sonucu bekleyiniz.)

Bütün bu gelişmeler olur iken, buna uyumlu olarak tutukevlerindede ŞERİAT uygulamaları başlamış idi. Istanbul Maltepe’de Ahmet Malkan, kendisini baş imam görüyor, Yunus Meral’da kendisini imam olarak görüyordu. Artık içerde yaşam düzenide onların istedikleri gibi düzenleniyordu. Bu durumda uzun tutuklu olanlar için derin ise yaramış olma duygusu yaratıyordu. En iyi iki arkadaşı bile ALLAH’ın buyrugu diye birbirine saldırtabiliyorlardı. Namazlarda artık Allah için değil, Yunus Meral istedigği için kılınıyordu. Koğuşlardakıların yarısı en arkada abdestsiz namaza durup işi atlatıyorlardı.

Yunus Meral ile Recep Tayyıp Erdoğan
Yunus Meral ile Recep Tayyıp Erdoğan “Alllah’ın ipine sarılanlar”

 Ayrıca:

ALLAH YOLUNDA CİHAD EDEN TÜRK-İSLAM “YEŞİLKUŞAK ÜLKÜCÜLERİ”, KENDİLERİNİ BÖYLE AKLIYORLAR:

MHP içindeki YEŞİLKUŞAK ÜLKÜCÜLERİ yaptıkları öldürme olaylarını, “O komunistti, o din karşıtıydı” diyerek aklıyorlardı.

Öldürme olaylarını Kuran-ı Kerim’deki Cihad yasalarına uydurabilmek içinde “biz onları, MUHAMMED’IN PİÇLERİ DİYE BAĞIRDIKLARI için öldürdük” diyorlardı.

Böylece Anadolu’da bir ülkücüde, kendisini bulundugu cami cemaatine böyle şeriatın, mücahidlerin savunucusu olarak gösteriyordu

1970 yılının 4.ayında sağ-sol çatışmaları artmış, Ankara’da Ülkü Ocakları 2. Başkanı yedek subay teğmen Dr. Necdet Güçlü’yü vurmaktan tutuklanmıştı.

25 Mayıs 1973. Yer: Ankara. Ali Balseven, 25 yaşındaydı. Kahramanmaraşlıydı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi son sınıf öğrencisiydi. MHP’liydi. Ancak o islamcı söylemlerden yana değildi.

O gün akşam üzeri Kurtuluş Parkı’nda bazı MHP’lilerce önü kesildi. Ali Balseven karşısına çıkanların hepsini tanıyordu. Dava arkadaşlarıydı. Hepsi ülkücüydü.

Ancak…

Bozkurtlar birbirine düşmüştü. “Başbuğ” o günlerde söylemişti o ünlü sözünü:

“Teşkilat, doktrin, lider tartışılamaz. Tartışanları vurun!”

 

Böylece Türklük ülküsü gitmiş, onun yerine islamın davası getirilmişti…

O gün ülküdaşları, Ali Balseven’i bıçaklayarak öldürdü. Peki, neden?

Ali Balseven davadan mı dönmüştü? Hayır! Birini mi ihbar etmişti? Hayır! Peki, suçu neydi? Suçu… Ülkücü oluşumda başlatılan islamlaşmaya ayak uyduramaması, karşı çıkması idi.

MHP’de olaylar, dört yıl önce bir kurultayda başlamıştı.

Sonraki yıllarda (1977-1979) yine Ülkü Ocaklılar’ca Kırşehirli bir öğrenci olan Şamil’e Ankara’da işkence edilerek, sonrada odun torbası içinde Topraklık yolunda kaldırıma bırakılmış olması, yürekleri yerinden hoplatmış idi. İstanbul’da Enver Tortoş’a, İstanbul Ülkü Ocakları adına, Mustafa Bolat başkanlığında 35 kişi ile Topkapıdaki Edirnekapı Yurdu’na yapılan silahlı baskın ile yakalanarak dövülmesi (işkence) de bunun en canlı bir örneğidir.

Mustafa Polat, Istanbul Ülkü Ocağı 2. ci Başkanı, Ülkü Ocağı'nı tekkeye çevirmişti. Allah'ın rızası içinde soygun bile yapılabiliyordu. O namaz kılmayanları kafir olarak görüyordu.
Mustafa Polat, Istanbul Ülkü Ocağı 2. ci Başkanı, Ülkü Ocağı’nı tekkeye çevirmişti. Allah’ın rızası içinde soygun bile yapılabiliyordu.
O namaz kılmayanları kafir olarak görüyordu.

(Başına böyle olaylar gelenler, yazı yazmayı bile göze alamıyorlardı!)

 

(Bu konuları derinlemesine içeren bir araştırma yapılmaktadır. Bitince okuyucularımıza sunacaız.)

https://turkcudotcom.wordpress.com

Milli Görüş ile Nurcularda Gelişmeler

Erbakan ve arkadaşlarının Milli Nizam Partisi’yle başlayan şeriatçı çalışmalarını değişik parti adları altında, çeşitli kapatma ve açılmalarla Fazilet, Selamet biçiminde kendilerini yenilediler. Onların karşısında yer alan AP’yi destekleyen Nurcular, bu süreçte ister istemez siyasileşince kendi içlerinde bir yığın bölünmeler yaşadılar. Amerika geleceğin önemli gelir kaynağı olan, doğal kaynakları çok olan Orta Doğu ile Orta Asya’yı islamı ele alarak, müslümanların içlerinden bazı kesimleri eğiterek, ele geçirmek istemiştir. (Ufuk Turu, “Fethullah Gülen: Orta Asya bir panayırdır”, “Orta Asya steplerini ele geçirmeliyiz.” S. 58,59)

Bunun içinde  CHP’nin eski Genel Sekreteri  Kasım Gülek’in CIA’da çalışan baldızı Fethullah Gülen’in bir imam olarak CIA’ya geçişini sağlamıştır. Bu olaydan sonra, Fethullah Gülen, Nurcular içinde en çok büyütülen ‘cemaat’in öncüsü olarak sivriltildi.

bakınız: www.fetullahgulen.org

Fethullah Gülen ile ona bağlı imamlar CİA’nın istediği biçimde, sürekli olarak ülkücü gençlerin kaldıkları evlere, yurtlara, toplantı yerlerine gelerek, ülkücüleri yeşil kuşak öngörüsüne göre eğitmeyi sürdürdüler. (Nedim Şener, Fethullah Gülen ve Cemaat, Mit belgeleri, “Fethullah Gülen’in cia ile ilişkileri” s. 37) www.fetullahgulen.org

Eline büyük bir ekonomik güç verilip, bir eğitim ordusu yaratılıveren Fethullah Gülen, bir hocadan çok bir şeyhulislam gibi ortaya çıkarılmıştır. Bütün partilere el altından para veren, ayrıca Nurcu tabanın oylarını pazarlayan bir konuma yükseltildi. (Nedim Şener, Fethullah Gülen ve Cemaat, “Cia’nın Gülen’e verdiği destekler, s. 48-54”)

Bu 51 yılın içinde üç kere yönetime el koyan subayların, gerçekçi olarak Nurculara (Fethullah Gülen) bir engel koymadıkları, Fethullah Gülen’in aranması gerektiği ortamda sağda solda konuşmalar yaptığı, camilerde örgütlenmeyi sürdürdüğü bilinmektedir.

Tarikatlar’ın İslam adına Türkiye politikacılarını ele geçirmesini, Amerika ile Batılılarla olan gizli anlaşmalarını, karanlıkta kalmış, bilinmeyen yönlerini oldukça kapsamlı bir şekilde ele alışımızın nedeni, bu konuyu bilmek isteyenlere, bu karanlık dönemi araştırmak isteyenlere katkı sağlamak ayrıca Türkiye’nin gerçeği olan “Türk silahlı Kuvvetleri’nin içinden bazılarının yeri geldiğinde tarikatlarla anlaştığı, onları koruduğu.” olgusunu gözler önüne sermektir.

İslamcıların tarikatlar eliyle yönetime gelme uğraşlarının 51 yıllık dönemini ele alır iken, karşımıza üç ana oluşum çıkmaktadır. Bunlardan birisi Necmettin Erbakan’ın öncülügünde Milli Görüş, diğeri bugün Fethullah Gülen’in öncülügündeki Nurcu Tarikat “Fethullah Gülenci” örgütlenme. Bir diğeride Alparslan Türkeş’in öncülügündeki Türk-İslam Sentezcileri, sonradan CIA’nın yönlendirmesi ile Yeşil Kuşak’a uydurularak Türk İslam Ülkücüleri olmuştur. Seyit Ahmet Arvasi’de  babası gibi kendisi de bir tarikatçı idi. (Ahmet Arvasi’nin Babası:Osmanlı’nın dağılma döneminde, müritleriyle birlikte Suriye üzerinden Arabistan’a giden Abdulhakim Arvasî’dir.)

Seyit Ahmet Arvasi, geçmiştede ülkücülerle ilgisi olmayan birisi idi, ancak Türk devlet politikası öyle gerektirdiği için, yazdığı eseri ile ülkücüleri tarikatlara bağlamada önemli bir görev yapmıştır. Sonraki yıllarda da Büyük Doğu, “Nizam-ı-İslam” ülkücüleri ona arka çıkmışlardır.(Seyit Ahmet Arvasi, Türk-İslam Ülküsü, I ,II, III )

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Seyit Ahmet Arvasi, kendisinin bir “Büyük Doğucu” olduğunu anlatıyor. Büyük Doğu ABD’nin “Büyük Ortadoğu” projesidir. Bu gün o projenin eş başkanıda sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Seyit Ahmet Arvasi: “Büyük Doğu mektebinden yetişen ben; Necip Fazıl Bey’i bu davanın önemli hem çok önemli bayraktarlarından biri olarak görüyorum. Ülkücü camia Necip Fazıl Bey’i her gün biraz daha benimseyerek ilerleyecektir. Hareket bir kültür hareketi olarak gelişecek, zamanlara ve şartlara göre müesseseleşecektir.”

“İslam davası, ister Büyük Doğu, ister İbda deyin… Biz Türk’ün İslam ile yeniden kurtuluşuna ve kültür ve medeniyetinin ihyasına çalışıyoruz… S.Ahmet Arvasi”

http://turkcudotcom.wordpress.com/2014/09/03/turkculere-ne-oldu/

SEYİT AHMET ARVASİ birden bire ortaya çıkarılıyor.

Türkiye kan gölünde iken. Günde onlarca kişi, bilimciler, eğitimciler, bakanlar, başbakanlar vurularak öldürüldüğü bir ortamda Seyit Ahmet Arvasi, ülkücüleri CİHAD’a çağırdı. Böylece ülkücüleri milliyetçilikten, Alperenliğe, şeriat için kavgaya soktu. Kısacası Seyit Ahmet Arvasi, ülkücülügün kanına girdi. Sonraki yıllarda “nizami alemciler” diye bölünmesine, gençlerin tarikatlara koşmalarına yol açmıştır.

Bu üç kişinin “Erbakan, Türkeş, Gülen” başarıları, bir araya gelmelerine yada birbirlerine karşı çıkmalarına bağlı olmuştur. Bu üçüde  arasıra devletten gelen tepkilerle sarsıldılar, arasırada Batılılar la, Türkiye’yi yöneten güçlerle, ayrıca Türk ordusu ile gizlice anlaşarak büyüyebildiler. Yazı dizimizde, bilinmeyen İslamcı hareketin son 51 yılı içinde, Bu üç kişinin birbirleri ile işbirliği yaptıkları yada birbiri ile itişen dönemlerini de ele almaya çalıştık. Erbakan, Türkeş ile Fethullah Gülen’i yargılamak gibi bir amaç gütmedik. Biz, Türkiye’nin bir gerçeği olan Tarikatçılar’ın geçmişlerini kendi gerçekliği içinde aktarmayı denedik. Diziye katkıda bulunmayı düşünen herkese açık olduğumuzu hatırlatalım.

Said-i Kürd-i (Nursi)’den Sonra “Ağabeyler” Kurulu

* Nur cemaati Said-i Nursi’nin cenazesinin gömülmesinden bir süre sonra Zübeyir Gündüzalp’i başkan seçti. Ama bu seçim, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi. Said-i Kürdi (Nursi)’den sonra Nurcu hareketinin gerçek başkanlığını Zübeyir Gündüzalp’in başında bulunduğu ‘Ağabeyler Kurulu’ yapıyordu. Kurul, Zübeyir Gündüzalp, Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Ceylan Çalışkan, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci, Avukat Bekir Berk, Abdullah Yeğin gibi kişilerden oluşuyordu.

*Nur cemaatinin yeni yöneticisi Zübeyir Gündüzalp, ancak ne yapacağını bilen yukarıdan aşağıya işleyen bir yönetimin iç anlaşmazlıkları çözebileceğini düşünüyordu. İstanbul’a dönünce Süleymaniye’de Kirazlı Mescit Sokağı’nda bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak belirledi. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, daha sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki evin uğrayıcısı oldular. Cemaatle ilgili bütün işler, Said-i Kürdi eserlerinin basımı, açılacak dersanelerin yerleri hep bu evde belirlendi.

Nurcuların şeyhi Said-i Kürdi (Nursi) 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da yaşamını yitirince, Nurcular, bundan sonra ne olacak kaygısına düştüler. Sözde üstadın ölümünü duyan bütün Nurcular, bulundukları yerlerden Şanlıurfa’ya akın ettiler.

Asker ile polislerin şehirde bir kargaşa çıkmaması için aldığı olağanüstü güvenlik önlemleri Urfa’ya toplanan Nurcuları tedirgin ediyordu.

Said-i Nursi’nin en yakınlarından olan Zübeyir Gündüzalp, Bayram Yüksel, Mustafa Sungur, Tahiri Mutlu, Hüsrev Altınbaşak, Ceylan Çalışkan gibi Nurcuların ağabeyler kesimi, bir yandan cenazeyle, bir yandan da akın akın şehre gelen Nurcularla ilgilendiler.

Gelen Nurcular hem üzüntülü, hem de kızgındılar. Nurcuların önemli kişilerinden Mehmet Kayalar, asker ile polisleri görünce sinirlenerek, onlara karşı bir silahlı eyleme girişme düşüncesine kapıldı. Urfa’ya gelip yerleştiği otel odasında, yanına gelen Zübeyir Gündüzalp ile Mustafa Sungur’a başkaldırma düşüncesini açtı.

“Silahlı adamlarım hazır. Karar verin, bu askerlere iyi bir ders vereyim, Nurcuların kim olduğunu göstermek için harekete geçeyim.”

Mehmet Kayalar’a durumun tartışmalı olduğu, şu an ölünün kaldırılması ile uğraşılacağı, başkaldırı düşüncesinin uygun olmayacağı anlatılmasına bakmayarak, Mehmet Kayalar durmadı. “Hele şu üzüntülü günler bitsin, bakın neler olacak!” diyerek tepkilerini sürdürdü. Bu konuşmanın ardından birlikte Ulucami’ye gittiler.

Mehmet Kayalar, Said-i Nursi’nin ölüsünü görmek için gelenlerle, fotoğraf çekmek isteyen gazeteciler arasında itişme-kakışma olunca gazetecileri tartakladı, birkaçını kolundan tutup sürükledi. Olaylar büyümeden zor yatıştırıldı.

Bu kargaşaya yeni bir kargaşa eklendi: Said-i Nursi’nin ölüsü nereye gömülecekti?

Said-i Kürdi (Nursi), Isparta ile Barla’da çok sürgün kaldığı için kimi Nurcular ölünün Isparta’ya gömülmesini istiyordu. Hatta DP’nin Isparta milletvekillerini araya sokup, bu isteklerini Başbakan Adnan Menderes’e ulaştırdılar. Menderes, milletvekillerine bunu Nurcuların bildirmesi gerektiğinini söyledi. Cemaatin bir kısmı, özellikle Said-i Kürdi (Nursi)’nin yakınlarından Hüsrev Altınbaşak ölünün Isparta’ya gömülmesini savunurken Zübeyir Gündüzalp, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel gibi ‘ağabeyler’, “Evliyaullah öldüğü yere defnedilir” diyerek Urfa’ya gömülmesinden yana görüş bildirdiler. üstelik Said-i Nursi,  “-Ben Urfa’ya ölmeye geldim.” demişti.

Urfa’ya gömülmesi eğilimi ağır bastı. Şimdi karşılarında daha önemli bir sorun vardı.

Said-i Kürdi (Nursi)’nin ölümünden sonra Nurcuların durumu ne olacaktı? Bölünmeler yaşanacak mıydı? Nurcu örgütünün başına kim geçecekti? Şimdiden başgösteren kimi değişik bakış açıları cemaati nasıl etkileyecekti?

Hüsrev Altınbaşak: Zübeyir büyük işbirlikçi

Cemaat Said-i Kürdi (Nursi)’nin ölüsünün gömülmesinden bir süre sonra Zübeyir Gündüzalp’i önder seçti. Ama bu seçim, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi.

Said-i Kürdi (Nursi)’den sonra Nurcu hareketinin gerçek yöneticisi, Zübeyir Gündüzalp’in başında bulunduğu ‘Ağabeyler Kurulu’ idi. Zübeyir Gündüzalp, Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Ceylan Çalışkan, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci , Avukat Bekir Berk, Abdullah Yeğin’den oluşan bir topluluktu.

Ama ‘Yazıcı Nurcular’ın yöneticisi Hüsrev Altınbaşak onları işbirlikçi ‘hain’ olarak tanıtıyor, Zübeyir Gündüzalp’e de ‘Hain-i Ekber’ (Büyük Hain) diyordu. Onun bu katı tutumu endişe verici boyuttaydı. Cemaatin yara almaması için Hüsrev Altınbaşak ile görüşmek gerekiyordu, ama o görüşme isteklerini çeviriyordu. ‘Hainlerle görüşemeyeceğini’ söylüyordu. Zübeyir ile birlikte kendine öldürme girişimi (suikast) düzenlediğini düşündüğü, Bekir Berk’e tümden karşıydı. Bekir Berk’in Altınbaşak’a gönderdiği düdüklü tencere evde patlayınca Hüsrev Efendi, Bekir Berk’in kendisini yok etmek istediğine inanmıştı. Hüsrev Efendi ile yıllarca birlikte olan, ondan yazı dersleri alan Bayram Yüksel görüşmek istedi, ancak Hüsrev Efendi onunla da görüşmedi. Bayram Yüksel’i kapıdan geri çevirdi.

Israrlı görüşme istekleri artınca Hüsrev Efendi sadece Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşebileceğini söyledi sonra Mehmet Kırkıncı, Erzurum’dan Hüsrev Efendi’nin yanına geldi. Kırk senedir hiç dışarıya çıkmayarak Kur’an-ı yazma işini bitirdiğini, şimdi de Cevşen’i (Dua Kitabı) yazdığını söyleyen Hüsrev Efendi, Kırkıncı Hoca’yı dinledi sonrada “Ben onların hepsini yüreğimden sildim” diyerek Kırkıncı Hoca’yı da yanından kovdu.

‘Yazıcılar’ın yöneticisi Hüsrev Altınbaşak, Nurcu örgüt içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle ‘Yazıcılar’, Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi, Yazıcılar’ın kalesi oluvermişti. Bunun üzerine Zübeyir Gündüzalp, Mehmet Fırıncı ile Bekir Berk Ege Bölgesi’ne gittiler. Çoğu yerde dersanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır kırıcılıklara uğradılar.

Zübeyir Gündüzalp, ancak daha bilinçli üstelik üst bir yönetimin anlaşmazlıkları çözebileceğini düşünüyordu. İstanbul’a dönünce Süleymaniye’de Kirazlı Mescit 46’da bulunan evi, Nurcular’ın yönetim yeri olması için bağışladı. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci,  ondan sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki evi sürekli olarak kullandılar. Cemaatle ilgili kararlar, Said-i Kürdi (Nursi)’nin eserlerinin basımı, açılan dersanelerin belirlenmeleri sürekli bu evde düzenlendi. Öyle bir zaman geldi ki, cemaat bu evle anılır oldu: Kirazlı Mescit Cemaati…

Cemaatteki tartışmalardan sonra Said-i Nursi’nin Urfa’da gömülmesi konusunda anlaşıldı.

Cemaatin çalkantı içinde: Zübeyir Gündüzalp yeni yönetici seçiliyor.

Nurcular’ın bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, kimileri ise Said-i Kürdi (Nursi)’nin en yakınlarından oluşan bir istişare heyeti nin kurulmasını, bu ‘Ağabeyler Konseyi’ nin örgütü yönlendirmesini uygun görüyordu. Bazıları siyasi bir örgüt (teşkilat) kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahla karşılık verilmesini önerdiler. Değişik, değişik görüşler ortaya çıkınca Zübeyir Gündüzalp, Said-i Nursi’nin yakınlarından oluşan ağabeyleri, cemaatin önde gelenleri ile değişik görüşler öne sürenleri bir araya topladı. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi Nur cemaatinin ağabeyleri, içlerinde en atılgan, en özverili gördükleri Zübeyir Gündüzalp’i bu örgütün başına seçtiler. Kendileri de, Zübeyir Gündüzalp’in gözetimi altında bir danışma kurulu oluşturdular. Gerçekte cemaatin başı, Said-i Kürdi (Nursi)’nin açıkça yönetici olarak atadığı kişi Ceylan Çalışkan idi. Zübeyir Gündüzalp’e yöneltilen yöneticilik durumu ile ona yönelik sevgi ağır bastığından Ceylan Çalışkan bu konuda sesini çıkarmamıştı. Çalışkan, bir araba kazasında ölüp donunun cebinden Said-i Nursi’nin Ceylan Çalışkan benim vekilimdir’ yazısı ortaya çıkıncaya kadar cemaatin bu durumdan haberi olmadı. Zübeyir Gündüzalp’in yönetici seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi. Devletce Nurcular’a yönelik tutuklamalar, soruşturmalar sürerken, o dönemde sayıları 750 bini bulan Nurcular içinde başkanlık yarışmaları da artırıldı.  Cemaat devletin bazı kurumları ile ayrıca yetki kavgasıyla uğraşmak durumunda kaldı. Said-i Kürdi (Nursi)’nin sağlığında başlayan ‘Yazıcılar-Okuyucular’ bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. Bu, cemaatte yaşanan ilk bölünme olarak belgelendi. Said-i Kürdi (Nursi)’nin ölümü ile 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık çok da büyüdü. ‘Yazıcılar’, Hüsrev Altınbaşak önderliğinde ayrı bir örgüte dönüştüler. Altınbaşak, ‘Üstad-ı sanilik’ (Said-i Kürdi (Nursi)’den sonraki Üstat) olacak değerini taşıyordu. Çünkü Said-i Kürdi (Nursi)’nin ilk talebelerindendi üstelik Said-i Kürdi (Nursi)’nin eserlerini Osmanlıca el yazısıyla yazarak çoğaltanların başındaydı. Nurculuk, başlangıçta bu yolla yaygınlaşmıştı. Hüsrev, Tahiri, Hulusi Bey, İslamköylü Hafız Ali, Mübarek Mustafa, Santral Sabri, 1930 ve 1940’larda, risaleleri kendi el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. Bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar Nurcular arasında ‘Yazıcılar’ diye anıldılar.

Nurcularda Silahlı eylem isteği

Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci ile Bekir Berk ikinci kuşaktan Nurculardı. Cemaate sonradan katılmışlardı. Bu kişiler, Said-i Nursi’nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyorlardı. Bu nedenle onların adı da ‘Okuyucular’ idi. Hüsrev Efendi, hem sonradan geldikleri için onların kendisine tabi olmasını istemekte, hem de ‘yazma’ işini bırakıp Latin tanıktösleri (harfleriyle) kitap bastıkları için kızmaktaydı.

Çevresindekileri, ‘Üstad-ı Sani’ dedikleri Hüsrev Efendi’ye, o günden bu günlere deyin ‘Ruy-i Zeminin Halifesi’ (Yeryüzünün Halifesi) demeyi sürdürdüler.

Bir başka yönetici adayı,   olan Mehmet Kayalar, yakınındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. O, ‘okumakla-yazmakla’ değil, ‘silahla’ Nurculuğun yaygınlaşacağı düşüncesinde idi.

Mehmet Kayalar gibi düşünen bir yönetici adayı da Elazığ’dan Müslim Gündüz’ idi. Silahlı mücadelenin gerekliliğine inandığı ve Kayseri yakınlarında yandaşlarıyla atış eğitimleri yapacak ölçüde işi ileri götürdüğü, bu olayları bilenlerce dile getiriliyordu. (İslam Yaşar, Muhabbet Fedaileri, Yeni Asya Neşriyatı)

Bir başka aday, Ankara’dan Said Özdemir idi. Nurcular için önemli bir ‘ağabey’ olan Said Özdemir, örgüt içinde oldukça etkili bir kişiydi. Daha sonra Nurculuğun ‘Tenvir’ kolunu oluşturacak olan Said Özdemir’in Ankara’da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı.

Gizli güçlerce bir başka aday yaratıldı:Fethullah Gülen

O dönemde bir yönetici adayı da, gizli biçimde ortalığa sürüldü: Erzurumlu işsiz-güçsüz, eğitimsiz (ilkokul üçten ayrılma) biri olan Fethullah Gülen, Nurculuğun Erzurum’da en etkili kişisi Mehmet Kırkıncı Hoca,



www.fetullahgulen.org
Osman Demirci (AP’nin Nurcu milletvekili) ile Muzaffer Aslan aracılığıyla cemaatle tanıştı, onlara katılmak istedi. Bu işe yeni soyunan Fethullah Gülen’e o günlerden başlamak üzere, o MİT’cidir, diyenler çok oldu.

Fethullah Gülen bu duygularını şöyle dile getiriyordu: “Allah’ım bahtına düştüm, beni de bu arkadaşların arasına kat. Onlardan biri olayım. Bu hizmetle bütünleşeyim. Dıştan gelip giden insan olmayayım. Kendimi bu hizmete adayayım.”

O kendisi için çıkarılmış yakalama uyarısı var iken, Edirne ile Kırklareli’nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmalar yoluyla etrafına dinleyiciler toplamaya başlamış, Nurcular ile diğer dinci kesimleri etkilemişti. Ülkücüler, Fethullah Gülen’in verdiği vaazlara akın akın katılıyorlardı. MHP yönetimi bu katılımları görmezden geliyor, yada “islamı yaymanın kendi görevleri olduğunu” dile getiriyorlardı. Sürekli salya-sümük ağlayan, hep Hz. Muhammed ile onun döneminde yaşayan sahabeleri anlatan, bazen kendini yerden yere atan konuşma biçimi ile ilgileri üzerine çekiyordu. Okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele biçiminden ayrı olarak ‘ağlamalı-söyleşiler’ yoluyla etkiliyordu. O yeri geldiginde Türk’ten çok Türkçülük yapıyor, Türk Genel Kurmayı’nı övüyor. salya-sümük ağlayarak, bazanda bayılarak kişileri etkiliyordu.

 

Gülen, bir başka yaklaşım geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeylerin arasına çok girmedi, konuşmalarında Said-i Kürdi (Nursi)’nin adını pek kullanmadı. İşin başlangıcında Edirne ile Kırklareli’nde iken, cemaatin içinde yeni bir yöntem kullanmaya başladı. www.fetullahgulen.org

Fethullah Gülen, yükselen islamcı akımlarda yerini alabilmek için, sümük salya ağlıyor, sonrada kendisini yerlere atıyor, önceden belirlenmiş kişilerde onunla birlikte anlaşmalı biçimde kendilerini yerlere atıyorlar, kendilerinden geçiyorlar, katılımcıları böylece şaşkına çeviriyorlardı.

Bu yolla katılımcılardan parada toplanabiliyordu. Fethullah Gülen’in vaazlarından sonra özellikle anlaşmalı olarak cemaatin üyeleri çok paralar bağışlıyorlar, sonrada yanındakilere “Sizde biraz yardım edin bakalım.”,  “Allah rızası için” diyerek kişileri utandırarak paraları toplayabiliyorlardı. Cemaat dağıldıktan sonra para vermiş olan cemaatçiler paralarını geri alıyorlardı. İlginç, bütün bu oyunlar oynanır iken MİT, TSK, sözde Fethullah Gülen’i arıyorlardı.

O yanında yetiştirdiklerini devletin önemli bölümlerine yerleştirerek, bir süre sonra devleti içeriden ele geçirmeyi amaçlıyordu. Bütün cemaatlerin ve tarikatların sevip saydığı Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör’ün isteğiyle Fethullah Gülen İzmir’e görevli olarak gönderildi. Orada kendisine uygun ve kendine özgü bir örgütlenme içine girdi. Yine o yıllarda Alparslan Türkeş, Fethullah Gülen ile onun imamlarına ülkücü yurtlara girerek, ülkücü öğrencilerin dindarlaştırılmalarına izin verdi. Bu çalışmalar, tutukevlerindede gerçekleştirildi.

 

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜLERİ.

Üstelik Alparslan Türkeş, o günlerde sözlü, yazılı olarak ülkücülere “Allahın ipine sarılın” diye buyrukta vermişti.

Artık ABD’nin kominizme karşı Türkiye’de oluşturdugu YEŞiL KUŞAK ordusunda Fethullah Gülen, bir imam olarak, sayın Alparslan Türkeş’te elinde sokaklarda savaşabilecek gençleri toplamış, sözde (milliyetçi) bir parti başkanı olarak yerlerini almışlardı.

Çerkez olan Yusuf Ziya Arpacık, bir yandan Ermeni kökenli Veli Küçük ile öbür yandanda Ermeni Fettah Şahin (Fethullah Gülen) ile işbirliği yapan bir YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR. “Türkeş’in askerleriyiz” söylemleri ile ülkücüleri sokağa dökmek için kullanılan, bu güne deyin bir tek gün bile çalışmamış olan Yusuf Ziya Arpacık, sürekli yurtdışı gezileriyle yaşamını sürdürmektedir. Azerbaycan-Ermenistan savaşı sırasında bazı ülkücülerle Azerbaycan’a giderek savaş alanı dışında çadır kurarak, beklemişlerdir. Ancak bir tek kurşun atmadan, çadırlarını söküp, Türkiye’ye dönmüşlerdir. Azerbaycanlı yetkililer ile anlaşamamışlar, savaş içinde yeterli görülmemişlerdir. Orada bulundukları süre içindede bulundukları bölge çerilerinden izin alarak, ağır silahlarla bol bol resim çektirip, görüntülü çekimler yaptırmışlardır. Kendisi Nur tarikatındandır. (Yusuf Ziya Arpacık, Baş Eğmediler, s. 136)

Arpacık, perde arkasından MİT ilede iyi ilişkilerini sürdürmektedir. (Karabağ Savaşı (Şubat 1988 – Mayıs 1994, o yıllarda Milliyet, Hürriyet, Günaydın Gazeteleri: “Azerbaycan’a giden ülkücüler tek kurşun atmadan geri geldiler” diye yazdılar.)

Ülkücüler, yurtseverlikten (milliyetçi), katı bir şeriat savunuculuğuna kendi kendilerine gelmediler. Cumhuriyet’e karşı düşünceleri ile MSP’yi bile aratacak yapıda olan kişilerin emekleri söz konusuydu. Bunların bazıları aşağıda adı geçenlerdir.


YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜLERİ.

 

$ Fethullah Gülen, *Taha Akyol, #Osman Yüksel Serdengeçti, *Namık Kemal Zeybek, #Seyit Ahmet Arvasi, *Muhsin Yazıcıoğlu, *Şevket Can Özbay, #Necip Fazıl Kısakürek, Hüseyin Üzmez, Can Özbay. (Can Özbay’ın sonraki yıllarda sıkıyönetim yargılamalarında MİT ile ilişkileri ortaya çıkmıştı.) (Erbil Tuşalp , Bin Belge, 290-291)

       

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜLERİ.

Fethullah Gülen'in  aciz kulu Yavuz Bülent Bakiler
Fethullah Gülen’in aciz kulu Yavuz Bülent Bakiler

1979 yılında Erbakan’ın Milli Görüş’ü ile Türkeş’in Türk-İslam Sentez’i karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Soru ne idi?

Kim iyi yada kim çok iyi müslümandı?

Milli Görüşçüler, Türk-İslam Sentezcisi olan ülkücüleri gerçek bir müslüman gibi görmüyorlardı.

Ülkücü Dernekler’de islamcılığın durumu ne idi?

Ülkücü kesim içinde Ankara’da Muhsin Yazıcıoğlu ile yanındakiler, İstanbul’da ise Ahmet Orhan Sar’ın yanındakiler tarikat ehli idiler, namaz kılarlardı. Gerisi ise Cuma günleri yalnızca Cuma namazına gidenlerden idiler.

Bu durum, Milli Görüş ile olan islamcılık yarışında ülkücüleri arkada bırakıyordu. Milli Görüş’ün ülkücüleri ‘imanı yetersiz’ müslüman olarak görmeleri, ayrıca üniversitelerde ülkücü eylemlere destek vermemeleri, ülkücülerin Milli Görüşçüler’i “yeşil komunistler”, “uyuşuklar” olarak adlandırmalarına neden oldu. İş bununlada bitmeyip, ülkücüler, Milli Görüşçülerin, “komunistlerle işbirligi” yaptıklarını gündeme getirdiler. Bu didişmeler İstanbul’da gözle görülür olmuştu.

Türk İslam ülkücüsü-Milli Görüş tartışmaları, saldırılara dönüştü, önce sokalarda yumruklar konuştu, sonra üniversitelerde itişip kakışmalar, ondan sonrada öldürmeler başladı.

TÜRK-İSLAM ÜLKÜCÜLERİ-ŞERİATÇI-MİLLİ GÖRÜŞÇÜ ÇATIŞMASI

Milli Görüş, Akıncıların başkanı Metin Yüksel öldürülüyor: öldürenler Türkçü-komandolar değil, Milli Görüş ile islamcılıkta yarışan Türk-İslam sentezcileri idiler.

Tanıkların anlatımları: “23 Şubat 1979 gününü hatırlıyorlar. Metin Yüksel’in öldürüldüğü günü. Çünkü bu cinayeti İhsan Barutçu ile beraber bir arkadaşının tertiplediğini iddia ediyorlar.

İhsan Barutçu, Metin Yüksel’in katil zanlılarından biri. Metin Yüksel cinayetinden yargılanmış, mahkum olmuş, 1991 affına kadar da bu suçtan hapis yatmış. Metin Yüksel 80 öncesinin önemli İslamcı gençlik önderlerinden biriydi. İstanbul’daki Fatih Akıncılarının lideri… O dönem MSP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı olan Tayyip Erdoğan’ın dava arkadaşı ve yol arkadaşıydı aynı zamanda.

Bu tanıklardan biri de Yüksel’in bir cuma namazı çıkışı Fatih Camisi avlusunda bir pusuyla katledildigini dile getirecek idi.”

 


YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

 

 

Bu konuyla ilgili gazetelerden derlediklerimiz:

Milli Görüsçüler anlatıyorlar:

 

“Bir gece önce size sopalarla saldırdılar, bunu yapan grubun başında da İhsan Barutçu mu vardı?”

“Evet, ama bizzat sopayla vuran isim Selman Oran’dı.

Ertesi gün Metin Yüksel Fatih Camii avlusunda şehit edildi. Şehit olmadan önce saldırganlarla konuşma isteği oluyor sanırım cami avlusunda.

Evet, ‘Konuşalım’ diyor fakat karşı grup ateş açıyor. İhsan Bal, Mithat Gönen, Ali Bilir bu isimlerdendi…

Hangileri hapis yattı?

Mithat Gönen, Selman Oran, İhsan Barutçu ve Ali Bilir ilk yargılananlardı. İhsan Bal daha sonra yakalandı.

 

İhsan Barutçu’nun hapis yatması bu saldırı dolayısıyla mıydı?

Bu saldırı sebebi ile yakalandı, fakat başka vukuatları da çıktı. Gasp olayından da ceza almıştı.

İhsan Barutçu bu olaydan sonra kaç yıl hapis yattı?

1991’e kadar hapis yattı. Oradan da cezası bitmeden çıktı. Şartlı salıverilerek çıktı hapisten. Yani sadece 11 yıl yattı.”

OLAY: Şeriatçı Ülkücüler ile Şeriatçı Milli Görüsçüler’in bir çatışmasıdır. İki yakada kendisini islam mücahidi görüyor. İki yakada silahlı, sopalı, yumruklu…

Bu olay gerçekten çok önemli bir olaydır. Genç ülkücülerin bu olaylardan yola çıkarak, kendilerine çeki düzen vermeleri için olaya karışmış olanlardan Ali Bilir’in görüşlerini aktaralım.

Bizim OCAK Dergisi’nin Ali BİLİR ile yaptığı mülakat.


Ali BİLİR: Kim Allah diyorsa, kim peygamber diyorsa, kim İslam diyorsa o bizim kardeşimizdir. O bizdendir, biz de ondanızdır.


B.Ocak-soru:Ali ağabey,düzenin mahkemelerinde yargılanarak, Metin Yüksel adlı kişiyi öldürdüğünüz gerekçesiyle cezalandırıldınız. Siyasi şubede ve mahkeme safhasında bu suçlamayı hiçbir zaman kabul etmediniz.Ceza almanıza sebep olan amiller nelerdir. ?


Ali BİLİR-CEVAP: Bismillahirrahmanirrahim. Olayları zaman ve şartları içerisinde değerlendirmek noktasından hareketle,yaklaşık on sene öncesine dönelim. Hepimizin malumları olduğu üzere, Türkiye emperyalist güçlerin emelleri paralelinde hazırlanan senaryoların tatbikatından dolayı,tam bir kaos ve anarşi ortamına sürüklenmiştir. Bizler, ülkücü hareketin mensupları, Allah(C.C.) rızası için ,bu sömürgeci kafirlere ve onların içimizdeki uzantılarına karşı cihad ettik. C.Hakkın, yardımları ile çok elverişsiz şartlarda,gerçekten de amansız ve çetin bir mücadele verdik. ”Zafer İslamın” sloganını yükselterek,bu kafirlere can siperane karşı koyan ülkücülerve bir de kendilerine Akıncılar denilen bizim kardeş telakki ettiğimiz, İslami bir gençlik gurubu daha vardı.
Bu kısa değerlendirmeden sonra sualinizi cevaba çalışalım. Sizinde belirttiğiniz gibi gerek emniyette, haftalarca süren işkence ve eziyet altında ve gerekse mahkeme huzurunda böyle bir isnadı kabul etmedim. Ayrıcaherhangi bir suç aleti de yakalatmadığım halde ceza verdiler. Zira,aralarında rahmetli Metin yüksel’in ağabeyi olan Edip’in de bulunduğu,sayıları ona yakın akıncı aleyhimde şahitlik yaptılar.Üzülerek belirtmek isterim ki,yalancı şahitlik de yaparak,sağ olsunlar bizim ceza almamıza sebep oldular.


B.OCAK-Soru: Anladığım kadarıyla,  bulunduğunuz semtte bu kardeş camia ile aranızda bazı sürtüşmelerin olduğu bir gerçek. Bu oluşumu hazırlayan ve bu noktaya getiren sebepler nelerdir ?


Ali BİLİR-Cevap: Şunu samimi olarak belirtmek isterim ki, acizane şahsım, müslümanların küfre karşı tek yumruk olabilmeleri için, elimden geldiğince gayret gösterdim. Fakat bu sürtüşmenin bizim bulunduğumuz cemaatin etrafında odaklanmasının sebeblerini daha hala anlayabilmiş değilim. Şunun söylemem mümkündür. Bu kardeşlerimiz(akıncılar) ve Metin Yüksel bize karşı hep uzlaşmaz ve çok katı tutum içerisindeydiler.Allah (C.C.) kabul buyursun,dışarıda iken namazlarımızı genelde Fatih Camii’nde kılardık.Şuna inanıyorum ki,camii cemaati de bizi severdi.Bazı akıncı kardeşlerimize “ben de müslümanım,aynı safta aynı Allah’a yöneliyoruz.Niçin,özellikle benimle uğraşıyorsunuz” dediğimde; “sen münafıksın,bizim için daha tehlikelisin …”şeklinde cevap veriyorlardı.Kalmakta olduğumuz yurt binasını,ayrı ayrı zamanlarda bombalayıp kurşunladılar. Sadece bana camii avlusunda iki kere saldırdılrıp silahımı aldılar. Yine camii avlusunda bir kardeşimizi kalbinden bıçakladılar…..Fatih’in (semtinin) çeşitli bölgelerinde birçok arkadaşımıza saldırı ve tecavüzlerde bulundular.Buna mukabil,bu garip(ben) her defasında o kardeşlerimizin ayaklarına gidiyor ve “ ne için bu saldırıları,bu tecavüz fiillerini işliyorsunuz ?” diye sorduğumda, şu cevabı alıyordum. “Biz,bu bölgeye hakimiz ve hakimiyetimizin gereğini yapıyoruz. “Cevaba dikkat ediniz, ne kadar korkunç ve korkunç olduğu kadar da cahiliyye ürünü.Şunu da vurgulamak isterim ki bize bu saldırıları yapanlara karşı, harekete geçip misillemede bulunmadıysak, bunun tek sebebi karşımızdakilerin müslüman olmaları ve bizimde kardeş kanı dökmek istemeyişimizdir. Yoksa onları çok kısa bir sürede o bölgeden siler, atardık.

Ülkücü Ali Bilir, yukarıda “Türk devletini “kafir devlet” olarak anlatıyor. Bir El-Kayda bir hizbullah’ta bu görüşte değil mi?

Bu neyi gösteriyor? Artık ülkücüler devşirilip, “Allah Yolunda Savaşan Mücahidler.” edilmişlerdi. Buda bize ülkücülükten, mücahidliğe geçisi anlatıyor…

12 eylül 1980’e gelene deyin ülkücüler içinde YEŞİL KUŞAK çalışması tamamlanmış, Ankara, İstanbul, Maraş, Sivas, Çorum olayları ile Türkiye bir iç çatışmanın eşigine getirilmişti.

 

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Çünkü Yeşil Kuşak mücahitliğine göre ALLAH RIZASI için islam karşıtları yok edilmeliydiler.

MHP ile ona bağlı Ülkü Ocakları’nda müslümanlaştırmayı, Türkiye genelinde marksist olmayan bütün kesimlerde de görüyorduk. Bir yuttaşın gözünde durum böyle idi: “Büyük küçük kentlerimizin camilerinde, kanlı cihad çağrıları da başladı. Bu cihad çağrıları herkesin kulaklarının dibinde yapılıyordu.” (ErbilTuşalp, Bin Belge, 59)

Devletin gizli belgelerinde de artık müslümanlaştırılan ülkücüler suçlanıyorlardı.(ErbilTuşalp, Bin Belge, 103)

Erbakan RP’nin başına dönüyor

12 Eylül ihtilalinden sonra “Partiyle bir şey olmaz” diyenler çok yaygın olmasına rağmen dağınıktı. Bunların bir kısmı, 1983 seçimlerinde ANAP’a oy vermiş, yada bazıları ANAP’ta görev almıştı. Bunların sayısı azdı, geri kalan çoğunluğu da partiyle bir yere varılamayacağını savunuyordu. Ali Bulaç, Hüsnü Aktaş, Yaşar Kaplan, Atasoy Müftüoğlu gibi yazarlar, gazete, dergiler ile kitaplarda parti anlayışını eleştiren yazılar yazdılar.

1980’de yönetimi ellerine alan subaylar, Türk solu ile Türk buduncu (milliyetçi) kesimini ezerken, islamcı kesime yol açıyorlardı. Ülkücüler içindeki buduncu kesim nerede ise dışlanmış, islamcı ülkücülere, nurculara, nakşibendilere, süleymencılarla diğer tarikatçı akımlara yol açılmıştır.

Bu yalnız Türkiye’de böyle olmamış, Amerika ile Avrupa’dada bu islamcı akımlara yol verilmiş, destek olunmuştur.

Amerika ile Avrupa,  Türkiye’deki tarikatlar için çok büyük yatırımlara girmiş, islamcılar Avrupa’da eğitilen milli görüşçüler, tarikatçılar, Türkiye’ye geri gönderilerek Türkiye’de yönetime gelmeleri sağlanmıştır. Onların çocuklarınada yine Avrupa’da eğitim verilmektedir. Bu kesimden olan özel eğitilmiş islamcılar, bütün partilere dağılarak Atatürk Cumhuriyeti’nin sonunu getirme girişiminde bulunmuşlardır.

Yıllardır Avrupa, Amerika Yahudi karşıtı olarak gündeme gelen bu tarikatlar, Yahudilerle, Hıristiyanlar la Katoliklerle kucaklaşarak, Türkiye’deki Türk olgusuna karşı savaşacaklardı. Artık tarikatların önlerinde yeni bir gündem vardı.

1984 yerel seçimlerinden sonra RP kurulup, bu kuruluşlara bağlı genç-yaşlı pek çok kişi, RP için arılar gibi çalışmaya başlayınca partisiz kesimlerden etkilenenler oldu. Bunlar arasında partisizlik konusunda ikiliğe (tereddüte) düşenler çoğaldı.

Biz hep kitap okuyoruz, cuma namazına gitmeyerek direniyoruz, başkalarını küçümsüyoruz, oturuyoruz. Ama RP’de doksan yaşındaki ihtiyar da, genç delikanlılar da harıl-harıl çalışıp parti adına İslamı anlatıyorlar” düşüncesi yaygınlaştı ve pek çok partisiz, RP’nin etkisinin artması nedeniyle parti saflarına katıldılar. Etken, diri bir örgütlenme içinde olan RP’liler, yeniden aralarına katılanlarla ağırlıklarını da arttırdılar. Ev toplantıları, yolları arabalarla kapatma, bilgilendirme (konferanslar) birbirini izledi.

Arabalarla yolları kapatmak RP’lilerin yeni bir çalışma biçimiydi. Bir köye bile gidilse, örgütten arabaları olanlar toplanıp düğün arabaları gibi parti bayraklarıyla otuz-kırk veya yerine göre yüze yakın arabayla yola çıkıyorlardı. Düğün arabaları gibi giden bir sürü arabada bayraklar sallanıyor, ilahiler, marşlar çalınıyordu. Bu arabalarla yolları kapatmalar, seçmenler üzerinde etkili oldu. RP’liler gittikleri yerlerde ilgi gördüler. Arabalı gösteriler, toplumda, RP’lilerin varlıklı, düzenli, başarmak için uğraştıkları düşüncesini güçlendirdi. Araba ile katılımlar, özellikle Batı karşıtı söylemler, Atatürk karşıtlığı RP’ye oy kazandıran en büyük etkenlerdendi. ***

ANAP’tan eski parti başkanlarına “YOK” (No!)

RP hızlı bir çalışma dönemine girmişti. Gençliğe yönelik Milli Gençlik Vakfı MGV, işçi kesimine yönelik Hak-İş kurulmuştu. RP, MGV ve Avrupa’daki AMGT yoğun bir biçimde çalışıyordu.

Avrupa’da kurulmuş olan AMGT (Avrupa Milli Görüş Dernekleri), Avrupa’da bulundukları yerlerde Hollanda, Almanya, Fransa, Belçika, Luksemburg, İsviçre, İsveç, Norveç başta olmak üzere bütün devletlerin gizli örgütleri (istihbarat) ile anlaştılar. Ayrıca Amerikan yönetimiyle anlaşarak, Türkiye karşıtı, Atatürk karşıtı, cumhuriyet karşıtı çalışmaları için çok büyük destekler aldılar.

Milli Görüş ile Fethullah Gülen örgütleri, PKK ilede Türkiye karşıtı, Atatürk karşıtı, cumhuriyet karşıtı çalışmalar için anlaştılar. Özellikle Avrupa ile Amerika’da yaptıkları toplantılarda “Türk ordusuna karşı ortak eylem tek seçenegimizdir diye görüşlerini dile getiriyorlardı.”

Bunun yanısıra görüntülü-sesli olarak , “Türk ordusunun, Atatürk’ün yaptığı yeniliklerin, cumhuriyet düzeninin yıkılması için PKK yada diğer silahlı örgütler le bile anlaşmak isteriz” biçimindeki açıklamalarını içeren film kasetlerini Avrupa’da çalışan işçilere dağıtmışlardı.

Demirel’de ‘bir bilen’ ünüyle Güniz Sokak’taki evinden DYP’lileri toparlıyordu. Siyaset yapma yasaklısı olduğu için sesini yalnızca Yeni Asya cemaatinin gazete ile dergilerinden duyurabilen Demirel, AP tabanını evine davet ediyor, onlarla görüşerek partiyi hareketlendirmeye çalışıyordu. Her gün otobüslerle köylerden, ilçelerden insanlar ziyaretine geliyor, Demirel’in elini öpüyor ve konuşmalarını dinliyordu. Demirel’i görmeye gelenler ANAP ile ANAP’ın zamlarından, tarımı öldürmeye çalışmasından acınıyorlardı.

Demirel cebinden bir anayasa kitapçığı çıkarıp konuşuyordu.

Süleyman Demirel: “Şikâyet etmeye hakkınız yok. Siz bu 12 Eylül anayasasına oy verdiniz mi, verdiniz. Bunlar olacaktır. Özal’ın da başbakan olması bu anayasaya oy vermeniz yüzünden.”

Yandaşları: “-Biz Özal’ı size yakın diye düşünmüştük bey. Birlikte çalışmıştınız.”

Süleyman Demirel: “-Ben hiçbir partiye oy verilmemesini söylemiştim. Şayet 12 Eylül anayasasına yüzde yirmi-otuz hayır oyu çıksaydı bunların hiçbiri olmazdı. Bütün sıkıntıların kaynağı bu anayasa. Seçimde de yüzde yirmi-otuz boş oy çıksaydı, bu iktidar da bunları yapmaya cesaret edemezdi. Ama oldu. Neyse demokrasilerde çare tükenmez. Bundan sonra olacaklara bakalım. DYP’yi iktidar etmedikten sonra bu sıkıntılardan kurtulamazsınız. Bu benim için değil, sizin için önemli. Halkım için, köylüm için, çiftçim için, işçim, memurum için önemli.” diyordu.

Demirel’i dinleyenler geri döndüklerinde DYP için daha gayretli çalışmaya başladılar.

RP, DYP, MÇP (Türkeş’in Milliyetçi Çalışma Partisi), Halkçı Parti ile SODEP’in birleşmesinden ortaya çıkan SHP, tabanlarını toparlamaya çalışıyorlardı.

ANAP’ın dört eğilimi yavaş yavaş çözülüyor, basında buna çok yer verildiği için halk da bundan etkileniyordu.

Özal bu durum karşısında bir çıkış yolu arıyordu. Eski  parti başkanlarının bağışlanıp, bağışlanmamasını halka sunmaya karar verdi. Halkın çoğunun nasıl olsa eski liderleri artık istemediğini düşünüyordu. Büyük ihtimalle halk bu referandumda eski başkanların bağışlanmamasını isteyecek ve eski başkanlar kimsenin yüzüne bakamayacak hale gelip utanacaklardı. Hem evet oyu çok çıksa bile Özal eski başkanlar bağışlandıkları için yine iyi karşılanacaklar, ancak kendisine bağlılık duyacaktı. Bu da onların ezikliği demekti. Parti içinde böyle bir oylamaya karşı çıkanlar çoktu. Eski başkanlar bağışlanırsa yine Türkiye’yi karıştırırlar itirazında bulunuyorlardı. Ama Özal onları dinlemedi. Eski liderleri halk nasıl olsa sandığa tam gömecekti. Üstelik cemaat ile tarikatlardan da eski başkanlara hayır oyu vereceklerine dair söz almıştı.

Gerçekten de başta Fethullah Gülen cemaati olmak üzere, Kırkıncı Hoca cemaati ile kimi cemaatler eski başkanlarının bağışlanmaları yönünde oy kullandılar. Oylama (Referandum) sonuçları hiçbir kesimi memnun etmedi. Zira yüzde 1 farkla eski başkanların bağışlanması için oy çıkmıştı. Özal ve Güneş Taner gibi ANAP’lılar üzerinde ‘No’ yazan turuncu gömlekler giyerek, eski başkanlarının bağışlanmamaları için çok uğraşmışlar, “onların bağışlanmaları ile Türkiye yeniden 12 Eylül öncesine döner” korkutmasına bulunmuşlardı. Bir bakıma Kenan Evren’in o meşhur konuşmasına benzeyen bu sözler, halk içinde eski başkanların bağışlanması eğilimini arttırmıştı. 6 Eylül 1987’de yapılan oylamada  toplumu şaşırtan bir sonuç çıkmıştı. Yüzde 50.25 (11 milyon 654 bin 696 kişi) yasakların kalkmasını, yüzde 49.77 (11 milyon 548 bin 016 kişi) yasakların sürmesini istiyordu. 70 bin çoklukla kılpayı da olsa eski başkanlar bağışlanmışlardı.

Buna karşılık Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi başkanlar, bir ANAP’a karşı, uçucuna başarılı olabildikleri için pek sevinemediler.

Özal ise oylamanın sonuçları açıklanmadan erken seçim olacagını açıklayarak onları şaskınlıga uğrattı. Eski partilerinin başlarına geçtiler. Hazırlıksız yakalandıkları seçimin şokunu atlatıp Meclis’e girmeye, % 10’u barajı aşmaya çalıştılar.

29 Kasım 1987’de seçim yapıldı. DYP ve SHP % 10 (yüzde onu) aşarak parlamentoya girdiler. RP yüzde 7.16 oy almasına rağmen % 10’u (barajı) geçemediğinden Meclis’e giremedi.

Fakat ANAP’ın gerilediği, dört eğilimin yuvalarına dönmeye başladığı belli olmuştu.

“Sen Akşemseddin’sin, ben de Fatih’im!..”

RP’liler, oylarının arttığını gördükçe, daha da güçlenmek için çalışmalarını arttırdılar. Artık Erbakan da partinin başına geçmişti (11 Ekim 1987). Büyük bir coşku ve çalışma istegi yaşandı. Milli Görüşçüler, başkanlarına kavuşmuşlardı. Erbakan özlenen konuşmalarını yapacaktı artık.

Şevki Yılmaz, Bülent Arınç, Recep Tayyip Erdoğan gibi konuşmacılara artık Erbakan da katılmıştı. Erbakan’ın adil düzeni anlattığı konuşmalar video kasetlerle köy kahvelerine kadar yaygınlaştırıldı. Arabalarla yolları kapatma çalışmaları artırıldı. Yine o yıllarda Şevki Yılmaz, açıkça Atatürkçülüge, Türk ordusuna karşı PKK ile tarikatları, azınlıkları ortak eyleme çağırmıştı. Hollanda Amsterdam’da Ayasofya camisinde bu görüşünü açıkladığında gerek Milli Görüş tabanında, gerekse tarikat tabanında, gerekse PKK tabanınca çok olumlu karşılanmıştı. Bütün devlet yetkililerine ağır, ağır sözlerle saldırdığında, müslümanlara paralarını müslüman holdinglerde değerlendirmelerinide önerdiginde ne Türk, nede Hollanda yetkililerinden bir soruşturma gelmemişti.  O söyleşileri dinleyenler artık “Bir olaganüstü güç, Milli Görüş’e dayanak olmuştu.” diyordu.

İskenderpaşa cemaati şeyhi Prof. Dr. Esat Coşan ise Erbakan’dan bıkkındı. Kendisi Erbakan’ın bağlı olduğu tarikatın şeyhi olmasına bakmayarak, Erbakan bir mürit duruşunda değil, mürşit görünüşü içindeydi. Oysa Erbakan, Mehmet Zait Kotku’ya tam bir öğrenci gibi bağlanmış, onun buyruğu altında olmuştu. Fakat Esat Coşan’a karşı böyle bir bağlılığı yoktu. Şeyhine karşı saygısızlık içindeydi. Kendisi şeyh yetkisinde idi, elinde yetkileri toplamıştı.

Durum gerçekten de öyleydi. Erbakan, Esat Coşan’ı dergâhtan yetişmediği için onu bir şeyh olarak görmüyor, onun din bilimi ile yöneticiligini yetersiz buluyordu.

Bu duruma kızan Esat hoca, Erbakan hakkında müritlerine konuşmalar yaptı. 26 Mayıs 1990 tarihinde İstanbul Asfa Dershanesi Vefa Yayıncılık Tesisleri’nde Erbakan’ı açıkça eleştirdi, onun şımardığını söyledi. Erbakan, onunla muhatap olmadı, karşılıkta vermedi. Erbakan’ın yakınlarına şunları söylediği duyuldu: “O, Akşemseddin, ben Fatih Sultan Mehmed’im. Fatih, Akşemseddin’e bağlıydı, ama Akşemseddin Fatih’in buyruğundaydı. Erbakan: “- Onun asıl bana baş eğmesi, bu yol (dava) için çalışması gerekir.” demişti.

Bu karşılıklı beklentiler çok gürültü kopardı. Tartışmalara neden oldu. Esat hoca acınmalarını sürdürüp Erbakan’ı eleştirmeye sürdürünce, RP genel yönetiminden partililere bu bilgi geçti: “İslam dergisi artık okunmayacak!..” Bu buyruga dernekler uydu. RP tabanı İslam dergisini bıraktı. 100 binden fazla satan dergi, bir anda üç bine düştü. Erbakan, Fatih’liğini de, kimin sözünün geçtiğini de göstermişti.

Milli Görüş öncülügünde bütün tarikatlar, NURCUlar (fethullah Gülen), Nakşibendiler, Süleymencılar, din ekseninde duran MHP li kesim, ABD, AB ile Türkiye yetkililerinin göz yummaları ile islamcı holdingleri yaşama geçirdiler. Avrupa’daki Türk işçilerinden topladıkları 49,5 milyar euro ile dergiler, gazeteler çıkarmaya, tv yayınları yapmaya başladılar. Tarikatların  bu paraları AKP’nin kuruluşuna yatırdıkları kısa bir süre sonra anlaşılmıştı.

Çünkü toplanan paralar çöp torbaları içinde arabalarla Türkiye’ye taşınıyor, Avrupa polisleride buna göz yumuyorlardı. Nedense yine o dönemde kendi akçasını (para) Türkiye’ye taşıyanların tümü yakalanıyorlardı.

İslamcı yayınların, bütün avrupa’dan başlayarak, Türkiye’nin köylerine bile sarkması bu toplanan akçalarla gerçekleşecekti. Bunun yanısıra Arap şeyhlerinin aktardıkları akçalarıda eklerseniz, neden islamcı yayınlarda patlama yaşandığını anlayabilirsiniz. Bir cami yaptırıyorsanız, bir islamcı yayın çıkarmak istiyorsanız. Düşüncelerinizi belgeleyip, Suudi Arabistan, Kuweyt, Libya Bakanlıklarına, Türk Dinayet’ine sunuyordunuz. Bu kuruluşlar size milyonlarca paralar veriyorlardı. Beş milyon dolarlık bir cami için 20 milyon dolar toplanabiliyordu. Buna birde Avrupa yerel yönetimlerinin katkıları eklenince, deli paralar elde ediliyordu. Bu yıllarca böyle yürümüştü. Bu nedenlede Türkiye müslümanları sert yüzlerini topluma gösterebiliyorlardı. Bakınız: (En eski caminin başkanlarından İbrahim Görmez’in basın yayındaki açıklamaları, NOS tv. Araştırmaları, Hizbullah Avrupa kanadı çalışma tutanakları, Abdurrahman. Y. )

Fehmi Koru ve ekibi Milli Gazete’de

İskenderpaşa cemaatinin 1983 Eylül’de çıkardığı İslam dergisi tarikat ile RP’ye yönelik olduğu için yüz bini aşan bir sayıya sahip olmuştu. İslam dergisinin gösterdiği başarı, cemaate ikinci bir dergi çıkarma fikrini verdi. Kadınlara yönelik bir dergi çıkarma kararı verilince Kadın ile Bile (Aile) dergisi de yayımlanmaya başlandı (Nisan-1985). Bu dergi de iyi sattı.

Cemaatler ve tarikatlar dergi çıkarmayı sürdürdü. Topbaş’lar topluluğu diye de anılan Sami Efendi’ye bağlı Erenköy topluluğu Nakşibendileri de 1986 Mart ayında Altınoluk dergisini çıkardılar. Bu dergi de iyi satış yaptı. Dergiyi cemaat adına çıkaran ve yazılarıyla gözleri üstüne çeken kişi Ahmet Taşgetiren idi.

İslamcı çevrelerin her kesimince ardı ardına dergilerin çıkarılması topluma bir eylemlilik getirmişti. Dergilerde gösterilen bu başarı gazetede de gösterilmeli düşüncesi ağır bastı.

Daha önce gençliğe hitap eden Yeni Devir gazetesi, Milli Gazete’den fazla sattığı için yayından çekilince sıradan gazete haline getirilmişti. Önü açılsın diye uğrunda gazete kapatılan Milli Görüş’ün sözcüsü Milli Gazete ise bir türlü gazete olma yolunda ilerleyemediğinden, Yeni Devir gazetesine sürekli özlem duyuluyordu.

RP başkanı bu dönemde gazetenin atılım yapması gerektiğini düşünüyordu. Parti teşkilatlarına Milli Gazete’ye üye olunması, satın alınması çağrıları, bundanda öte baskılar yapılsada, hocanın ne derse, dediğini yapan RP tabanı bir türlü gazeteyi almıyordu. Parti tabanı gazetenin parti sözcüsü gibi çıkmasından acınıyordu. Onlara göre, Milli Gazete, gazete değildi. Alanlarsa partiye bir dayanak yada iyilik olsun diye öylesine almaktaydı.

Milli Gazete’nin yeniden yapılanması gündeme gelince Fehmi Koru bu işle görevlendirildi. Fehmi Koru, Nabi Avcı, Özkul Eren gibi isimler gazeteye geldiler. Gazetenin bir önceki çıkaranları bir kıyıda durur iken yeni gelen Fehmi Koru ile yandaşları gazeteyi yeni baştan ele aldı.

Büyük ölçüde dış destek alabilmiş olan, islamcı gazetler ile dergiler, satılsın yada satılsın batma sorunu yaşamıyorlar, ancak yandaşlık ettikleri partilerin yasaklarına tosluyorlardı. Öyle olunca çıkmalarının anlamı kalmıyordu. Simdiki Zaman gazetesi gibi. O çıkar, satılma sorunu olmaz, yüzlerce gazeteler, belli tapanaklara (adres) ulaştırılıyor. Kalanlarıda toptan kilo ile satılıyor. Okunmasada, satılmasada böyle bir yayın batmaz.

İsmet Özel’in yazısı 

Önce renkli basılan gazeteyi ak-kara (siyah beyaz) gazeteye dönüştürdüler. Yeni Devir gazetesinin değişik bir biçimiydi yeni Milli Gazete. Fehmi Koru başyazılar yazmaya başladı. Gazetenin her dönem yazarları olan Zeki Ceyhan, Sadık Albayrak, Abdurrahman Dilipak gibi isimlerin yanı sıra tanınmış kesime seslenecek olan yeni yazarlar elde edildi. Bu yazarlardan biri İsmet Özel idi. Daha önce Yeni Devir’de de yazan İsmet Özel, bu dönemdeki çabasıyla, özellikle “Bize Yüzde 6 Derler” yazısıyla gözlere girebildi. RP tabanı onun yazdıklarını hiç anlamamasına, çoğu okumasada, “Bize Yüzde 6 Derler” yazısı nedeniyle İsmet Özel’i sevdiler. Çünkü pek çok kişi RP’den uzaklaşıp ANAP’a yada başka cemaatlere yönelmişken İsmet Özel böyle bir dönemde yüzde 6’ya yakın oy alan RP’yi yüceltmiş, işte bu yüzde 6 her şeyden önemlidir demişti.

Bir bakıma da kaypak olan pek çok İslamcı yazara gönderme yapmış ve RP’li olduğunu açıkça ilan etmişti. Taban onu pek okumasa da, yazılarından bir şey anlamasa da, özel izleyicileri vardı. İsmet Özel’in yazısının yayımlandığı gün Milli Gazete alanların sayısı artıyordu.

Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lambası

Bu böyle olsada gazete yeni durumuyla eski Milli Gazete okuyanlarını pek sevindirmemişti. Onlar renkli basılan gazeteyi sevmişlerdi.  “Cumhuriyet gazetesine benzettiniz” dedikleri bu yeni biçimi benimsememişlerdi. Fakat onlar zaten ne olursa olsun gazeteyi alan çekirdek kesimdi. Onlara birlikte aydın kesim ile gençlik yeni dönemde Milli Gazete almaya başlamıştı.

Satışı ve etkinliği daha da artan gazetenin, yeni ekibin bir buyrukla gelmesi üzerine kıyıya çekilen yeni yazarlara yardımcı olmayan eski yazarlar, bu durumdan sevinçli değildi. Ankara’ya, Erbakan hocaya okuyucunun artık gazeteyi almadığı, bu değişiklikleri onaylamadığı iletildi.

Ankara ve eski ekip olaya bu şekilde girişince, Nabi Avcı, 11 Şubat 1985’te Molla Kasım takma adıyla “Yanıyor mu Yeşil Köşkün Lambası” başlıklı bir yazı yazarak Erbakan ile gazetenin eski yazarlarını üstü kapalı  bir dille eleştirdi. Fehmi Koru ile arkadaşları, Milli Gazete’den ayrıldılar. Eski yazarlar, yeniden işin başına geçince Milli Gazete’yi kendi bildikleri gibi çıkarmayı sürdürdüler.

Bu dönemde yazılı basından uzak gösterici (tv) yayınına yine islamcı holdingler adı altında toplanan akçalarla geçilmişti. (27 Temmuz 1994’te İstanbul’da yayın hayatına başladı. Kanal 7 ilk değişikligi 27 Temmuz 1994 yılından Haziran 1999 yılına kadar yaşatmış, ikinci değişikligi de Haziran 1999 yılından 13 Eylül 2002 yılına deyin yaşatmış, üçüncü değişikliği de 14 Eylül 2002’den beri yaşatmaktadır.)

(Kaynak: http://forum.shiftdelete.net/gundem-dunya-turkiye/55541-iste-kanal-7-nin-yil-yil-seyir-defteri.html)

Milli Gazete’nin sözcülüğünü üstlendiği RP hiçbir zaman durduğu yerde durmayacak ve daima büyüyecekti.

O günlerde aldıkları dış destekler ile İslamcı Holdingler gelirleri ile Türkiye’de etkin yayına geçen tarikat, tekke, degişik islamcı yayınları, Avrupa’dada etken duruma gelmişlerdi.

Erbakan İsviçre’ye kaçıyor

Nurcular, MNP’ye kaymaları durdurmak amacıyla günlük bir gazete çıkarmaya başladılar. Yeni Asya adı verilen gazete, Süleyman Demirel’in, Boğaz Köprüsü’nün temelini attığı 21 Şubat 1970’te yayınına başladı. Yeni Asya gazetesinden başka Yeni Asya Yayınları da kuruldu. Gazetenin başına Mehmet Kutlular, yayınevinin başına Mustafa Polat getirildi.

NURCU MHP Çatışması Başlıyor

AV. BEKİR BERK ile N.MUSTAFA POLAT’ın yazdığı,  İslami Hareket ve Türkeş kitabı, Zübeyir Gündüzalp ‘in buyruguyla Türkiye’nin dört bir yanına gönderildi. Nurcuların MHP’ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. Said-i Nursi’ nin CHP’ye karşı DP’ye oy verdiği, AP’nin de DP’nin devamı olduğu yeniden gündeme taşındı.

Fakat bu ilk açıktan karşı çıkma, bazı sıkıntılar la ikilikleri (tereddütleri) de gündeme getirdi. Kimi yerde ”MHP’ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir” dendi. Biçikçiğin (broşürün) dağıtımına karşı çıkıldı. MHP karşıtı çalışmaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir kişi vardı: Fethullah Gülen. Çünkü Fethullah Gülen, MHP’yi buduncu (milliyetçi) çizgiden islamcı çizgiye çekme konusunda sayın A. Türkeş’in onayını almıştı. MHP’nin islamlaştırılması sonucunda MHP’liler Nur örgütüne çalışacaklardı.

 

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Fethullah Gülen için MHP, tarikat içindeki bazı kesimlerden de çok önemli idi. Çünkü MHP’de “vurucu-mücahit” olabilecek yapıda gençlik vardı. Özellikle komunizm karşıtı eylemlerde kendisini gösteren bir gençlikti. Gençliği ABD’nin istediği biçimde YEŞİL KUŞAK çizgisine çekmek, Gülen için ikinci sıraya atılamaz idi. www.fetullahgulen.org

Fethullah Gülen, ‘Ağabeyler’e karşı ilk  tepki bayrağını MHP’ye yönelik savaşın yapılan örgüt işine “hizmete” yakışmadığını öne sürerek açtı.

Ağabeylerden Abdullah Yeğin, Bayram Yüksel ve Said Özdemir de MHP konusunda Fethullah Gülen gibi düşünüyor, Zübeyir Gündüzalp’e de bu nedenle karşı çıkıyorlardı. Böylece Adana’daki Nurcular’da ”İslami Hareket ve Türkeş” kitabını dağıtmama yolunu seçtiler.

MHP’nin Nurculara açtığı savaş

Geniş Nurcu kesimlerine yön veren Zübeyir Gündüzalp, Nurcu toplumunun çoğunlukla bu ugraşa girmesini sağlamış o nedenle bu çalışma MHP’yi olumsuz yönde etkilemişti.

MHP, bu konuda sessiz kalmadı ve Sakin Öner önderliğindeki sangunlar (komandolar), İstanbul’da MHP’ye karşı biçiklerin (kitaplar) basıldığı yayınevine silahlı baskın düzenlediler. Bütün biçikleri (kitaplar) alıp götürdüler. Bununla da kalmadılar, Nurcuların AP’den büyük paralar aldıklarını yaydılar.

Türkeş bir başka konudada düğmeye bastı; Nurcular’ın etkili oldukları, onların diğer islamcı kesimlerle ilişki  sağladıkları dernekleri ele geçirme buyrugu verdi.

Ancak, islamcı kesimlerin etkin olduğu MTTB başkanlığına Mustafa Ok aday olduğunda, ona yeterli desteği vermemişti. Yada oy kullanacak ülkücüler, öyle islamlaştırılmıştıki, Milli Görüşçü Burhanettin Kayıhan’a oy vermişlerdi. Türkçü düşüncedekiler, islamcı kesimlerin adayı olan Burhaneddin Kayıhan‘ın karşısında Mustafa Ok’u desteklediler. Nurcular, Milli Görüşçüler, Nakşibendiler, diğer İslamcı kesimlerle birlikte, bütün azınlık duygusu taşıyan müslüman gençler, islamcılaşan ülkücüler Çerkez kökenli Burhaneddin Kayıhan‘ı desteklediler, seçimide Milli Görüş, Nurcu, Nakşibendiler ile diğer islamcı kesimler kazandılar. Kavgalı geçen seçimde, MHP’liler; Milliyetçi Türkiye!..’’ diye bağırırken diğerleri; tarikatçılar: ”-Müslüman Türkiye!..” diye bağırdılar.

Ülkücüler, bütün islamcı kuruluşlar la tarikatlara karşı seçimi yitirselerde üniversitelerde de öğrenci yurtlarındada üstün, etken durumdalardı. Buna bakmayarak, Alparslan Türkeş, el altından başta Fethullah Gülen olmak üzere tarikatlarla ilişkiye geçmişti.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Sangun (komando) Mustafa Ok, Alparslan Türkeş’in Fethullah Gülen başta olmak üzere, tarikatlara ülkücü derneklerin kapılarını açmasına karşı çıktı.

Bu gelişmeye Sangun (Komando) em. Yüzbaşı Atilla’da karşı çıkarak Türkeş’i uyarmıştı.

Bu iki sangun (komando) Fethullah Gülen’in CIA’ya çalıştığını öne sürüyorlardı. Türkeş’inde elindeki gençliği ABD’nin isteğiyle islamcı çizgiye çekmemesini istiyorlardı.

Onun içinde Alparslan Türkeş ile Fethullah Gülen taa o yıllarda elele, gönül gönüle oluyorlardı. Sonraki yıllarda  basın önünde birbirlerine olan bağlılıklarını gizleyemiyorlardı.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Fethullah Gülen tınçı (ajan) mı?

Fethullah Gülen, İzmir’de kendisine bağlı bir kesim oluşturarak, kendisine bağlı kişilerden bir danışma kurulu, dershaneler ile yurtlar oluşturmuştu. Ama ‘Ağabeyler Kurulu‘nun bakış açısı, Fethullah Gülen ile çevresinin durumunu olumsuz yönde etkiledi. Kimsenin, Mustafa Sungur’un, Zübeyir Gündüzalp‘in duruşuna karşı koyacak ve direnecek gücü yoktu. Ayrıca Fethullah Gülen konusunda birtakım söylentiler de yayıldı.

Fethullah Hoca’ya dikkat edin, ayrı bir top (grup) oluşturma isteğinde. Paraya ve gösterişe çok düşkün. Bu kişiden Nurculara da, ülkeye de yarar gelmez. Denildiğine göre o bir tınçı (ajan). Devlet Nurcuları bölmek için onu kullanıyor olabilir.”

Bu söylentiler bütün Nurcuları kapsayınca Fethullah Hoca’nın itibarı sarsıntıya uğradı. Bu nedenle İzmir bölgesindeki işbirlikçilerinden kopanlar oldu.

Fethullah Hoca’nın tutumunu bilen Mehmet Şevket Eygi, bazı yeni çıkışlar yaparak, yanında yeni bir kesim toplayabileceğini düşündü. Bugün gazetesi aracılıgıyla Müslümanları Sultanahmet Camisi’ne toplu sabah namazı kılmaya çağırdı.

Sultanahmet Camisi’nde toplu namazlar

Böylece Sultanahmet Camisi’nde toplu sabah namazları başladı. Bu gelişme Türkiye’de gündem oluşturdu. Bugün gazetesi 100 binin üstünde satışa ulaştı.

Zübeyir Gündüzalp önderliğindeki Nurcu kesim, bu etkinliğe karşı çıktı; Bugün gazetesine karşı çıkıp, toplu namazlara katılmama kararı aldı.

Bu duruşdan sonra toplu namaz gösterilerinin etkinliği kesildi. Bugün gazetesinin satışı 100 binden aşağıya düştü. Bu gelişme olur iken, kimi Nurcu kesimler toplu namaza katılmaya devam ettiler. Özellikle Müslüm Gündüz, bir oluşumun başı görünümünde bu etkinliğin içinde yer aldı.

Necmettin Erbakan milletvekili seçiliyor

12 Ekim 1965’te yapılan seçimde Konya’dan bağımsız adaylığını koyan Necmettin Erbakan, üç milletvekiline yetecek kadar oy alarak milletvekili seçildi. AP içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları, Nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar.

Erbakan’ın partisi: MNP

Zübeyir Gündüzalp, Paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. Bunun üzerine onlar da Mustafa Sungur’un peşine düştüler. Hac yolculuğuna hazırlanan Mustafa Sungur, “Hele bir kurun da görelim bakalım” yanıtını verdi. Abdullah Yeğin, Said Özdemir ve Bayram Yüksel’den de destek sağlanmış olduğu için Erbakan’la birlikte resmi görüşmeler ilerledi. Erbakan ve arkadaşları ”Hak geldi, batıl zail oldu” ayetini dillerine dolayarak, Milli Nizam Partisi’ni kurdular.

Parti, bütün islamcı çevrelerde bayram sevincine yol açtı. Bu coşkuya Nurculardan da katılanların sayısı çoktu. Seçimden birinci parti çıkan AP, hükümet kurma çalışmaları yaparken bakanlık beklentisi içinde olan kimi milliyetçileri kabineye almayınca bir huzursuzluk başladı. Bir anda Demirel’in masonluğu gündeme geldi. Sadettin Bilgiç, Aydın Yalçın, Mehmet Turgut önderliğinde 72 milletvekili, “Demirel seçimden önce Müslümanları, seçimden sonra da milliyetçileri eritiyor, partiyi tümden masonlara teslim edecek” diyerek hükümete güvenoyu vermeyeceklerini açıkladılar.

Demirel olayı göz önüne almadı, onlarla görüşmek bile istemedi. Ama AP içinde büyukbir sorun söz konusuydu. Partiden toplu ayrılmalar gündeme geldi. Bu durum karşısında Nurcular araya girdiler. Bekir Berk, milletvekilleriyle tek tek görüşüp istifalarından vazgeçirmeye çalıştı. 30 milletvekilininin gönlünü etti. Demirel onlarla birlikte eksik kalan birkaç oyu, CHP’den anlaşarak karşıladı ve hükümet güvenoyu aldı.

AP bölünüyor

Bu arada AP’den 41 kişi ayrıldı ve Kırkbirler yeni bir parti arayışına girdiler. MHP ve MNP (Erbakan) bu gelişmelerden ümitlendi. Ama 41’ler’den Sadettin Bilgiç, Mehmet Turgut, Ferruh Bozbeyli, Rasim Cinisli gibi isimler, Celal Bayar’la görüşüp Demokratik Parti’yi kurma kararına vardılar. AP’nin bölünmesi, Milli Nizam Partisi’nin aktif çalışması, Nurcuları tedirgin ediyordu.

Seçimde umduğunu bulamayan, yalnızca Türkeş’i Adana’dan seçtirebilen MHP’de Nurculara çengel atmıştı. MHP seçimde başarısızdı, buna karşılık sokaklarda sesini duyurmayı denedi.  Gençliği yönlendirmekte, ülkücü gençliği solcu gençlere karşı eyleme geçirip olaylar çıkarmada başarılıydı.

MHP’liler, Türkiye’yi komünistlerden kurtarmak için çatıştıklarını, Türkiye için (şehit) düştüklerini söyleyerek İslamcı çevrelerin gençlerini de küçümsüyorlardı.

Ülkücülük, islamcı söylemler artırılarak, ülkücü gençlikte yurtlarda yada kaldıkları evlerde tarikat ehli hocaların elleriyle  islamcı olarak eğiterek, iyice içleri boşaltıldı.

Bu durumu gören, iyi eğitimli kesim MHP’den uzaklaşmaya başladı. Bunun yanısıra  Ülkü Ocakları içindeki Turancılar la Türkçüler dışlanarak, yerlerine tarikatlara bağlı gençler yerleştirildi.

Artık gençler “-Milliyetçi Türkiye” yerine “-Ya Allah Bismillah Allahuekber” diye bağırtılmaya başlandı.

Nurcular günlük gazete çıkarıyor

Milli Nizam Partisi’nin kurulmasını önlemeye çalışan ancak başaramayan Nurcular, tabanlarından partiye kaymaları durdurmak amacıyla günlük bir gazete çıkarmayı denediler. Yeni Asya adı verilen gazete, Süleyman Demirel’ in, Boğaz Köprüsü’nün temelini attığı 21 Şubat 1970’te yayınına başladı.

Yeni Asya gazetesinden başka Yeni Asya Yayınları da kuruldu. Gazetenin başına Mehmet Kutlular , yayınevinin başına Mustafa Polat getirildi. Bekir Berk , Mustafa Polat, Hekimoğlu İsmail, Ahmet Şahin, Necmeddin Şahiner gibi isimler artık günlük yazılarını gazetede yazıyorlardı ve cemaati yanlış yollara gitmemesi için uyarıyorlardı. Bu yazılarda, MNP’ye kapılmamaları, AP’den kopmamaları da öneriliyordu.

Yeni Asya ismi zamanla cemaatle bütünleşti. Zübeyir Gündüzalp’in önderliğindeki cemaat, o zamandan itibaren ‘Yeni Asya Cemaati’ adıyla anıldı. Gazete cemaatin üzerinde etkin bir yetkinlik üstlendi.

Gazetenin etkinliği artarken 29 yaşındaki Mustafa Polat bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Polat, gazette için çok anlam tasıyordu, yokluğu büyük bir sıkıntıya neden oldu.

12 Mart uyarısı (muhtıra)

Türkiye’nin gündemini, 1965 seçimlerinde 15 milletvekilliğini kazanan Türkiye İşçi Partisi dolduruyordu. TİP adı altında ilk kere sosyalistler Meclis’te yer aldılar.

Yükselen sol dalga ve isçi kesimi, yönetici kesimler açısından korkutucu bir gelişme olarak görüldü. Süleyman Demirel’in AP’si Meclis’te TİP milletvekillerini konuşturmamak için elinden geleni yaparken, Suç isleyen solcuların tutuklanması yerine, Türkeş’in eliylede ülkücü komandolar solcu gençlerin üzerine sürüldü. Solun gelişmesini engellemek amacıyla bir “sağ-sol çatışma ortamı” yaratıldı.

12 Mart 1971 muhtırası işte bu koşullarda gündeme geldi. Askeri darbe solun üzerine yürüdü. İlk başta İslamcı kesime yönelik bazı girişimlerde bulunduysa da sonuçta yönetime gelen subaylar (darbeciler), tarikatçı, tekkkeci, islamcı kesimlerle işbirliği yaptılar.

12 Mart muhtırası Türkiye’deki kimi dengeleri bozacak ölçüde etkiliydi. TİP kapatıldı. TİP kapatılınca denge olsun diye MNP’de kapatıldı. MNP’nin önderi Necmettin Erbakan, sözde ağrıları olduğu gerekçesiyle yurtdışına, İsviçre’ye gitti.

Kapatılan Bugün ile Sabah gazetelerinin sahibi Mehmet Şevket Eygi yurtdışına kaçtı. Şule Yüksel Şenler, Necip Fazıl gibi yazarlar ise yargılandılar. Kadın yazarlardan Şule Yüksel Şenler tutukevine (hapse) girerken Mehmet Şevket Eygi’nin yurtdışına kaçması dini kesimde kızgınlık oluşturdu.

 

Gülen’e Hz. İsa benzetmesi

Fethullah Gülen, İzmir ve Ege Bölgesi’nde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı; Nurcuların önde gelenlerinin uyarılarına pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur’un ona “Nur dershaneleri aç” desede Fethullah Gülen, bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra yakınlarından Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kendine özgü, sonraları “Işık Evleri” diye anılacak olan öğrencievleri açmaya başladı. Üstelik Said-i Nursi’nin kitaplarını değil, sadece kendisinin konuşmalarını ön plana alan bir yol tutturdu. Fethullah Gülen’in konuşmaları kasetlere alınıyor, bu kasetlerle özellikle Ege Bölgesi’nde bir yandan yandaşlar elde ediliyor, öbür yandanda para toplanıyordu.

Ağlamaklı konuşmalar, baygınlık geçirmeler, salya-sümük hıçkırıklar, düşünde peygamberlerle görüşmeleri dile getirmek Fethullah Gülen’den, dinlemekte az sayıda bölgede yaşayan yoksullarla, ülkücü gençlerden idi. Ülkücü gençler, bu vaazları dinlemek için bölgedeki ülkücü dernekleri çağırıyorlar, böylece camileri doldurabiliyorlardı. Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi, Şerafettin Kartal, Bayram Yüksel ile diğer önemli Nurcu Ağabeyler “Bantla hizmet olmaz” diye bu örgütlenme biçimine karşı çıktılar. Buna bakmayarak, Fethullah Gülen, bu tutumunda diretti. Kemal Erimez, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nurcuları da Fethullah Gülen’in yanında yer aldılar. Alparslan Türkeş, bu gelişmeleri dışarıdan destekliyordu. Fethullah Gülen, Nurculuğun içinde bir “Fethullahçılık” oluşturma çabasına girmişti. Üstelik Fethullah Hoca eliyle cemaate katılanların bazıları Fethullah Hoca’ya Mehdi, Hz. İsa, Kahtani gibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı.

Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek, ülkücüler arasında Atatürk’e karşı aşağılayıcı söyleşiler yapıyorlar. Ayrıca Said-i Kürdi (Nursi) için de: “O Mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Ama mahkumken bile hükmediyordu.” diyorlardı.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Ülkücü- komünist çatışmaları

Ülkücüler genelde sağ gençlik üzerinde etkili oluyordu. Pek çok CHP ile AP’linin çocuğu ülkücü olmuştu. Bunun yanısıra sayın Alparslan Türkeş, ükücülerin islamlaştırılmaları, öldürülen ülkücü gençlerin “şehit” olarak anılması için düğmeye bastı. Ülkücü gençlik, Nurcu ile Milli Görüsçü gençlikle Allah Yolunda cihad için yarışır duruma getirildi. Cihad adı pek kullanılmasada, yürüyüşlerde cihadcı gibi giyinmeler başlamıştı. Nurcu yada Milli Görüşçü tarikatçı hocalar, ülkücü yurtlara gelerek, sözde ülkücülere yakın görünerek, gençleri islamcı olarak eğitiyorlardı.

En önemli islamcı gelişmede tutukevlerinde bulunan ülkücüler arasında yaşanmaya başlamıştı. İşe tutukevinin adını Taş Medrese, Yusufiye olarak degiştirerek başladılar. Tutukevlerinde, tam bir şeriat eğitimi başlatılmış, bir yandan Kuran öğrenimi, öbür yandan şeyhler le şıhların tanıtımı başlatılmıştı. Artık “tam teslimiyet”, “rabıta” isteğe bağlı değildi, tepeden inme bir buyruk olarak veriliyordu. Bunun en canlı örneğide Yusuf Ziya Arpacık idi. Ülkücülerin tarikatlar çizgisine çekilmesinde çok emegi geçenlerdendir.

Yukarıda tutukevinde tarikat çalışmaları sırasında görülüyor.

Gizli güçler, Türk-İslam ülkücülerini değişik tarikatlara sokarak, izlerini yok etmeye çalıştılar. Aşağıda değişik biçimde, değişik yerlerde ancak bir amaca yürüyen köstebeklerden örnekler.

 

Sonuçta içeri düşen bir ülkücü dört duvarın arasında, astığı astık, kestiği kestik olan bir ülkücü örgüt ile karşılaşmakta idi. Ülkücü tutuklu geldiği ilk gün tutukevinde başkanlık eden ülkücü, ayrıca koğuşta başkanlık eden ülkücülerin başına çöktügünü görüyordu: “-Burası senin kalacağın yer, burası Yusufiye, burada bulunanlar, günde beş vakit namaz kılarlar, müslümanlığın bütün yasaları burada uygulanır. Burada en yüksek kişi ‘hoca’ dır. Dinini en iyi bilenin sözü geçer. Buranın kuralları yüce dinimizce belirlenmiştir. Uymamanın cezası ağırdır. Onuda hocamız (başkan) bilir.” YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜLERİ

Bunun yanısıra koğuşlarda islamla uyuşmayan konuşmalar yapılamaz, tarikat, tekke, islamcı görüşler eleştirilemezdi. Müslüman kuruluşlar din kardeşleriydi. Müslümanlığı yaşamayan ülkücü, ülkücü sayılmazdı. Günde 5 kere namaz kılmak gerekirdi. (Kılmayanlara dayak (işkence) uygulanırdı)

CIA'nın imamı Ahmet Malkan
CIA’nın imamı Ahmet Malkan

Bütün bunlar olur iken Ülkücüler; Mili Görüşçü, Nurcu gençliği komunistlere karşı sessiz kalmakla suçluyorlardı:

Siz düşman gördükçe ‘Hicret sünnettir’ deyip kaçıyorsunuz. Bizse ‘Cihat farzdır’ diyerek çatışıyoruz.”

O dönemde Anayasa Mahkemesi’nde Milli Nizam Partisi hakkında kapatma davası açıldı, başsavcı partiyi gericilikle suçladı. MNP’nin ezilmiş duruma düşmesi, o güne deyin partiye uzak duran Nurcuları da etkiledi. Bu biçimde “İslamın partisi olduğu anlaşıldı.” diyerek MNP’ye yöneldiler. Bugüne deyin Atatürk ve İnönü ile kıyasıya mücadele eden Nurcular, “MNP tam aradığımız parti” düşüncesine geldiler. Zaten Kadir Mısıroğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Şevket Eygi gibi MNP yanlısı yazarlar da cumhuriyet devrimlerine karşıydılar. Kimi MNP’liler de bu konuda konuşmalar yapmaktan çekinmiyorlardı.

Nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. Başta küçük illerdeki, ilçe ile köylerdeki Nurcular, MNP’nin saflarında etken olarak çalışıyorlardı

Paşalar nurcuları koruyor

12 Mart uyarısından (muhtırasından) sonra Demirel hükümeti istifa etti, yerine Nihat Erim hükümeti kuruldu. Yeni Asya gazetesi, Demirel’i düşürdüğü için 12 Mart’ın aleyhinde şiddetli yazılar yayımlayınca, gerici yayın yaptığı iddiasıyla Nihat Erim hükümeti gazeteyi kapatmak istedi. Bu iş İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün‘ün yetkisindeydi. Faik Türün gazeteyi kapatmak istemedi “Yazılı emir verin kapatayım.” dedi. Bekir Berk, Mehmet Kutlular, Servet Armağan, Hasan Yalçın ile Ali Demirel birlikte Faik Türün ile görüştüler. Nurcularla Faik Türün çok içtenlikli bir görüşme yaptılar. Türün Paşa, “Çok sert yazıyorsunuz arkadaşlar” diye uyararak yazılarını yumuşatmalarını istedi. Nurcular, “Paşa”larca böyle korunur iken, solcular büyük soruşturmalara uğradılar. Tutuklandılar, hapse atıldılar, ezilmekle (işkence) yüz yüze geldiler.

Bu dönemde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan asıldılar.

 

Süleymancılardan MSP’ye savaş açılıyor

**CHP-MSP hükümeti kurulduktan sonra bagıs yasası (af kanunu) gündeme gelince Yeni Asya cılar ile diğer islamcı kesimler ayağa kalktılar. Mehmet Şevket Eygi, çıkardığı “Büyük Gazete”de Erbakan için ağır yazılar kaleme aldı.

*Eygi, adını vermeden Erbakan için bunları yazıyordu: “Gurur, kibir, nefsaniyet, riya, nifak içindesin. İşin kötü tarafı, bütün bu helak edici sıfatlara dindarlık perdesi altında sahipsin. Etrafına üç-beş safdil ve tecrübesizi toplamışsın ve onlara liderlik taslıyorsun. Başkanlık elinden gidecek diye korku ve telaş içindesin. Mütevazı ol, manyaklığı terk et!..

12 Mart başkaldırısının (muhtıra) olduğu günlerde Yeni Asya cemaatinin önderi Zübeyir Gündüzalp öldü (2 Nisan 1971).

Birleştirme, gözetim ve yönetme kabiliyetine sahip Zübeyir Gündüzalp’in boşluğu doldurulacak gibi değildi. Ölü kaldırma günü çok kalabalık oldu. Fatih Camii ve avlusu cenazeye katılan binlerce kişiyi almadı.

Tahiri, Sungur, Bayram, Abdullah, Hüsnü, Hulusi, Mehmet Feyzi , Bekir Berk, Mehmet Kutlular, Kırkıncı Hoca, Fethullah Gülen Hoca ile Osman Demirci gibi Nurcuların önder isimleri cenazeye katıldılar.

Yeni Asya cemaati için “Bundan sonra ne olacak” kaygısı başladı. Bekir Berk, Kutlular, Fırıncı, Birinci ve diğerleri bir araya geldiler. Yeni Asya cemaatinin yönlendirilme işini kurultay “meşveretle” yürütme kararı aldılar. Bu toplantılarda Mehmet Kutlular ön plana geçti. Gazete, yayınevi ile ”içtimai meseleleri” o yürütecekti. Mehmet Fırıncı, cemaat ile diğer kesimler arasındaki ilişkiyi sağlayacak kişi olacaktı. Gazete, Yavuz Bahadıroğlu, Mustafa Tuncel, Mümine Güneş, Mehmet Dikmen, Cemal Uşşak, İhsan Atasoy gibi isimlerle güçlendirildi. Yayınevi kitap yayınını artırdı. Bütün ülke de dershane açma, kamp kurma çalışmaları genişletildi. Bu konuda büyük bir kıpırdanma yaşandı.

Fethullah Gülen hapse atılıyor, az bir kıyın (ceza) ile aklanmış oluyordu

12 Mart subaylar yönetiminin Nurcuları kollamasına bakmayarak, İzmir’de Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik tutuklandı. Bekir Berk onları savunmak için İzmir’e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir’e geçti, orada gizli yapılmakta olan bir Nurcular toplantısı sırasında yakalandı. Tutuklanan Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’na gönderildi. Bademli Askeri Hapishanesi’nde Nurculuktan içeriye alınan 4 ayrı çizgide olan 53 kişi vardı. Bekir Berk ve diğerleri açıkça Nurcu olduklarını söyleyip savunma yaparlarken Fethullah Gülen ile Mustafa Birlik, Nurcu olduklarını gizlediler; Bekir Berk 1 yıl, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik 3’er yıl tutukluluk kıyını (ceza) aldılar. Diğerleri ise beraat ettiler. Bunun dışında 12 Mart darbecileri İslamcıların üzerine pek gitmedi. 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlükleri yok etti. İslamcı kuruluşlar, camaatlar ile tarikatlar, çalışmalarını alabildiğine artırdılar. www.fetullahgulen.org

Generallerden Erbakan’a: Türkiye’ye dön, partini kur  çağrısı yaptılar

12 Mart başkaldırıcıları (muhtıracıları), MNP’yi kapatmalarına bakmayarak dini, komünizme karşı panzehir olarak görüyorlardı. MNP’liler de partileri kapatılmış olsada yönetimi elinde tutan subaylara (darbecilere) karşı değillerdi. MNP’li Hasan Aksay , “12 Mart’ta ordumuz yetişip anarşiyi durdurmasaydı, mevcut siyasilerin elinde millet ve memleketimiz bir uçuruma yuvarlanırdı” diye konuşuyordu. 1972 yılında iki generalin İsviçre’ye giderek Erbakan’ın ülkeye dönmesini sağladıkları iddia edildi. Erbakan’a karşı bir eylem yapılması söz konusu değildi, dilerse parti kurabilecekti. MNP kapatılsada parti yöneticileri ile üyeleri hakkında bir işlem yapılmamıştı. MNP’liler, 11 Ekim 1972’de Milli Selamet Partisi’ni kurdular. Kaldıkları yerden 1973’te yapılacak seçim için bütün güçleri ile seçim çalışmalarına giriştiler. Erbakan da Türkiye’ye döndü, MSP’nin çalışmalarına katıldı. MSP’nin emanetçi lideri Süleyman Arif Emre’ydi. MSP’de Nakşi-Nurcu ittifakı eskisinden de genişledi üstelik bütün İslamcı kesimler partinin çalışmalarına katıldılar.

MSP bütün Türkiye’de çabucak yayıldı, köylere varıncaya deyin örgütlendirildi. Partinin görüşünü yansıtacak Milli Gazete 12 Ocak 1973’te kurduruldu. Gazete MSP ile MSP’li adaylarını tanıttı. Partinin örgütlenmesine önemli katkılarda bulundu.

CHP’de bir başkan değişikliği yaşandı. Yılların politikacısı İsmet İnönü düşürüldü, Bülent Ecevit CHP’nin başkanı oldu.

Ecevit ile Erbakan  

Yapılan seçimde CHP ile MSP başarılı oldu. Ecevit’li CHP oyunu yüzde 33.3’e çıkarırken ilk kere seçime giren Erbakan’ın partisi MSP’de 11.8 oy alarak 48 milletvekilliği kazandı. MSP’nin aldığı bu sonuç bütün İslamcı kesimleri mutlu etti. İslamcılara göre, Türkiye artık Müslüman olacaktı. AP, CGP ve MHP seçimde yenilen yakada oldular. Solcularla-İslamcılar ilk kez bir hükümette yer aldılar. Ecevit başbakan, Erbakan başbakan yardımcısı oldu. MSP’nin CHP ile koalisyon kurması cemaat ve tarikat çevrelerinde soğuk duş etkisi yarattı. Yıllarca düşman görülen, birbirleri ile acımasızca didişen CHP ile MSP, nasıl birlikte olabilir görüşü yaygınlaştı. AP ile hükümet kurmak varken CHP ile hükümet kurmak işbirlikçilik, kendilerine ters düşmekti.

Bu eleştirileri en çok Yeni Asya cemaati dile getirdi. Ellerine MSP ile mücadele etmek için müthiş bir koz geçmişti ve bu kozu sonuna kadar kullanarak diğer dini çevreleri de etkilediler. Ayrıca sağ kesimin en büyük gazetesi Tercüman’ın dışında, Yeni Asya, dinci kesimleri etkileyecek tek gazete konumundaydı. Çünkü 12 Mart, Yeni Asya gazetesine dokunmazken Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün ile Sabah gazetelerini kapatmış, Eygi de yurtdışına kaçmıştı.

Eygi’nin yurtdışına kaçması ve bu yüzden dini çevrelerin gözünden düşmesi de Yeni Asya cemaatine yaradı.

CHP-MSP hükümeti kurulduktan sonra bağışlama yasası (Af Kanunu) gündeme gelince Yeni Asya topluluğu ile diğer islamcılar ayağa kalktı. Bağışlama Yasası (Af Kanunu), onlara göre komünistlerin bağışlanması demekti. MSP islamcıların yoğun baskısıyla karşı karşıya kaldı. Nurcu kökenli milletvekilleri, Ahmet Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu gibi isimler ne yapacaklarını bilemez hale geldiler.

Süleyman Demirel de, Erbakan ve arkadaşlarını sıkıştırmak için, çıkarılacak bağışlama yasası (Af Kanunu) a karşı, yoğun bir çalışma yürüttü. Bütün bu baskılara bakmayarak, MSP-CHP bağışlama yasası (Af Kanunu) konusunda anlaştılar. Yasa, Meclisin gündemine geldi. Maddeler birer birer çıkmaya başladı. İslamcıları hedef alan 163. madde Meclisten geçti, solcuları hedef alan maddelerden 146. madde de bağışlama yasası bağış (af) kapsamına alındı. İş, solcuları kurtaracak gerçek konuya, 141-142. maddelere gelince MSP içindeki Nurcu kanat su koyuverdi. 141 ve 142. maddenin af kapsamı dışında kalması için Ahmet Tevfik Paksu ve 21 arkadaşı, muhalefetle birlikte bu maddelerin aleyhinde oy kullandılar. Kanun çıktı, ama solcuların çoğu bağış (af) kapsamı dışında kaldı.

Bunun üzerine Ecevit (af) konusunu Anayasa Mahkemesi’ne götürdü, Anayasa Mahkemesi, 141 ve 142. maddenin de af kapsamı içine alınmasına karar vererek, solcuların salıverilmesini sağladı.

Bağış Yasası (Af) çıkınca bütün sağ kesim ile islamcılar MSP’ye yüklenmeye başladılar.

Komünistlere affın Ecevit ile Erbakan ca çıkarıldığı ortalığa yayıldı. Cemaatler ve tarikatlarda, komünistlerin Erbakan’ın yüzünden cezaevlerinden salıverildiği görüşü yaygındı. Bu olay bazı islamcı kesimleri Yeni Asya cemaatinin çizgisine çekti. AP’nin MSP’ye göre iyi olduğu görüşü benimsendi. Bağışlama Yasası (Af Kanunu) sonrası MSP’de ortaya çıkan Nurcu-Nakşi çekişmesi uzun yıllar sürüp gitti. Ancak Erbakan, ipleri hiçbir dönemde elinden bırakmadı.

İzmir’deki Fethullah Gülen çevresi ile Yeni Asya cemaati birbirlerine yakınlaştılar. Fethullah Gülen’in ”Hitabet Çiçekleri” adlı bir kitabı Yeni Asya yayınları arasında yayımlandı.

Yeni Asya cemaati için gerçek kazanım daha önce MSP’ye kayan Nurcuların yeniden büyük ölçüde MSP’den uzaklaşmış olmalarıydı.

CHP-MSP hükümeti sırasında gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtı ile imam hatip okullarının açılmasına bakmayarak, cemaat ve tarikatlar MSP’ye çok yakın durmamayı sürdürdüler.

Mehmet Şevket Eygi, Erbakan’a ‘manyak’ diyor

Necip Fazıl Kısakürek ile bagış(aftan) sonra Türkiye’ye geri dönen Mehmet Şevket Eygi de çıkardığı ”Büyük Gazete” de Erbakan için çok ağır yazılar kaleme aldılar.

Mehmet Şevket Eygi, ad vermeden çattığı Erbakan’a “manyak” diyen bir yazı yazdı. “Gurur, kibir, nefsaniyet, riya, nifak içindesin. Ve işin kötü tarafı, bütün bu helak edici sıfatlara dindarlık perdesi altında sahipsin. Etrafına üç-beş safdil ve tecrübesizi toplamışsın ve onlara önderlik taslıyorsun. Başkan olmak istegini, buyruk vermek, manyaklığını tatmin için, onları alet ediyorsun. Başkanlık elinden gidecek diye korku ve telaş içindesin. Alçak gönüllü ol, manyaklığı terk et!..” (Büyük Gazete, 5 Mayıs 1976, sayı 2, sayfa 11).

Böylesi eleştiri ve saldırılar MSP’lileri aşırı bunaltıyordu. İşte bu “sağımız-solumuz bize karşı” duygusu MSP’lileri birbirine kenetledi. Onlar da  sağa-sola karşı (düşman) oldular: CHP komünist, AP mason, cemaatlerin çoğu uykuda idi, Nurcular bile bile “küfre hizmet” etmekteydi…

MSP karşıtı girişimler  

Bağış Yasası (Af Kanunu) yüzünden başta Nurcular olmak üzere islamcıların kızgınlıgını alt etmek isteyen MSP’liler, bu kere de imam hatip okullarının açılması yüzünden Süleymancıların hücumlarına uğradılar.

Hatta Süleymancılar, yürüttükleri kampanya ile MSP’liler için tam bir baş ağrısı oldular. O güne deyin sessiz, kendi kendine olan Süleymancılar, Kuran kursları ve imamları vasıtasıyla köylere varıncaya deyin örgütlenen bir kesimdiler. Köy imamları, genellikle Süleymancıların Kuran kurslarından yetişme imamlardı. Ama CHP-MSP koalisyonu döneminde imam hatip okulları tekrar açılınca, imam olma hakkı yalnızca bu okullardan mezun olanlara tanındı. Bu da Süleymancıların imam olma imtiyazını elinden aldı.

Bu yüzden Süleymancılar, bütün güçleriyle illerde, ilçelerde, köylerde MSP’lilere karşı duruşa geçtiler. Süleymancılar, bütün ortamlarda görüşlerini öne  sürdürdüler: ”MSP imamların ekmeğiyle oynuyor, Kuran kurslarına kilit vuruyor, komünistlerle işbirliği yapıyor. İmam hatip okullarından imam hatip değil, imam hatap (odun imam) yetişiyor. Onların imamlığı caiz değil, gerçek imamları Süleymancılar yetiştiriyor.”

Süleymancıların bu yoğun karalaması, MSP’nin kırlık kesimde oy kaybetmesine neden oldu.

Bağışlama yasası (Af) çıktıktan sonra Nur cemaatince  MSP’ye yapılan eleştiriler çoğaldı. Cemaatin çeşitli toplantılarında MSP’nin yaptıkları eleştiriliyordu.

 

Necip Fazıl Kısakürek: Necmettin Erbakan öldürülmelidir!

MSP’nin düşünce danışmanı sayılan ve MSP tabanının aksakalı, yol göstericisi olarak görülen Necip Fazıl Kısakürek de MSP’ye karşı öfkeliydi. Eleştirileri Mehmet Şevket Eygi’ninkindende acımasız üstelikte ağırdı. Ona göre, Erbakan Şeriatın başbelasıydı, deliydi ve ruh hastasıydı.

Onunda ötesinde Erbakan boynu vurulması gereken birisidir…

Böyle diyordu Kısakürek: ”Söyletmen vurun!. gibi bir yobazlığa düşmenin hak olabileceği bir vaziyet var mıdır, olabilir mi?Vardır ve olabilir! Bedahet halinde bir vicdan sesi olarak vurun, susturun! nidası yalnız Batılı susturmakta hak kazanır. Söyletmen vurun! Bu adamın ne söyleyeceği, ne söyleyebileceği evvelden malumdur. Lisanı, üslubu, lügatçesi, diyalektiği, kıyas unsurları, hokkabazlığı, hicabsızlığı, vicdansızlığı, gerçekleri tersine çeviriş ve çevresine yutturuşiyle çepçevre bir malum…Söyletilmeden, söz söylemeden manevi boynunun vurulması gereken tek adam odur. Nasıl öteceği evvelden bilinen kargaya söz hakkı verilmez.” (Rapor 7/9, sayfa 180-181, Büyükdoğu Yayınları).

Necip Fazıl bununla da kalmadı. MSP’nin yayın organı Milli Gazete’ye Erbakan’ın Tımarhanesi, Milli Gazete’de çalışanlara da Erbakan Tımarhanesinin Delileri diyen yazılar yazdı.

”Necmettin Erbakan tımarhanesinin zavallı delileri!.. Size acıyorum!..” (Rapor 7/9, sayfa: 73, Büyükdoğu Yayınları)

Mehmet Şevket Eygi: Erbakan aşırı manyak

Mehmet Şevket Eygi de gazetesinde aynı biçimde saldırılarını sürdürdü. Bir yazısında Erbakan’ı manyaklıktan megalomanyaklığa yükseltti. “İslam cephesi bir milyonluk bir orduya benziyor.Bunun 500 bini büyük mücahit mareşal rütbesinde. 100 bin orgeneral, 80 bin korgeneral, 70 bin tümgeneral, 60 bin tuğgeneral… Nihayet geriye birkaç yüz rütbesiz nefer kalıyor. Evvela bu gülünç duruma son vereceğiz. Bir tek mareşal, birkaç kurmay… gerisi itaatkâr asker.Ama megalomanyak mareşal istemiyoruz.” (Büyük Gazete, 2 Haziran 1976, sayı 8, sayfa: 14). Böylesi yayınlar Yeni Asya gazetesinde de görülüyordu. Daha önceleri siyasi konulara açıkça girmeme görünümünde olan Yeni Asya cemaati, Mehmet Kutlular yönetimi ele aldıktan sonra tümüyle bir parti yayını durumuna geldi.

Yeni Asya gazetesinde, MSP yerilmekte, AP övülmekteydi. Gazetenin ve yazarlarının karşısında Erbakan ve MSP vardı.

Necmettin Erbakan ordusunu kuruyor

* Necmettin Erbakan usta bir konuşmacı, iyi bir örgütçüydü. Yakın kurmaylarıyla, parti il başkanlarıyla, ilçe başkanlarıyla yaptığı özel konuşmalarda çok etkiliydi. En sessiz kişi bile Erbakan’ı dinledikten sonra bir mücahite dönüşüyor, dünyayı kurtarmanın kendi çalışmasına, uğraşına bağlı olduğunu düşünerek çalışmalarına ağırlık veriyordu. MSP’liler, “Türkiye’de iki ordu var” diyordu “biri Türk ordusu, diğeri MSP ordusu”.

Necmettin Erbakan, gençlerin örgütlenmesine ve gazeteye özel önem verdi. Milli Gazete’nin dışında Yeni Devir gazetesi, Milli Görüş’ün ikinci gazetesi olarak devreye girdi. Gençlik, MTTB’de yetişmekte, eğitilmekteydi. İmam-hatip okulları da MSP’ye gençlik yetiştirmekteydi. Bununla da yetinilmedi, Akıncılar Derneği kuruldu. Erbakan, başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde Milli Görüş  Dernekleri’ni kurdu.

Yeni Asya gazetesinin AP’yi destekleyen bir yayın kuruluşu durumuna gelmesi, gazetede çalışan Hekimoğlu İsmail‘e çok dokunuyordu. Cemaatin böylesi siyasete bulaşmasını eleştirerek gazeteden ayrıldı. “Yanlışlık yapsa da MSP’ye bu kadar yüklenilmesi doğru değildi” ona göre. “Sonuçta onlar da Müslüman Kardeşler” di. Hekimoğlu İsmail, gazeteden ayrıldıktan sonra TÜRDAV Yayınları’nı kurdu, Sur dergisini yayımlamaya başladı.

Hekimoğlu İsmail bir cemaat önderi olmamasına bakmayarak, islamcı kesimlerde bir başkan ölçüsünde saygı duyulan, sevilen önemli bir kişiydi.

Onun Yeni Asya’dan ayrılması cemaati şaşırttı. Mehmet Kutlular önderliğindeki Yeni Asya cemaati, Hekimoğlu İsmail’i MSP’li olmakla suçlayıp, kendilerinden uzaklaştırdılar. Ancak bu uzaklaştırma Hekimoğlu İsmail’e işlemedi. Kitapları cemaatler tarafından alınmaya devam etti, üstelikde kitaplarından artık para kazanmaya başladı.

”Minyeli Abdullah” adındaki kitabı  satışta  başarı sağlayan bir romanın yazarı olan Hekimoğlu İsmail’in ayrılması cemaatte ikilikler (şüpheler) uyandırdı. Böyle bir kişi neden ayrılacaktı sorusu başlarına takıldı.

Yeni Asya, Hekimoğlu İsmail’in ayrılışından sonra da AP’yi öven, CHP ve MSP’ye saldıran yayınını sürdürdü. Bu tutumları İslamcılar arasında eleştirilere neden oluyordu. MSP’liler gazeteye geliyor, gazetenin yöneticileriyle, yazarlarıyla tartışıyorlardı. Sert bir yapıda olan Mehmet Kutlular’da bu tartışmalara katılınca, gerilim arttı. “-Siz masonsunuz”, “-Siz de yeşil komünistsiniz”, “-Siz münafıksınız”, “-Siz de Müslümanlara kötülük yapan ne olduğu belirsiz kişilersiniz”, “-Siz kâfirlik gemisine binmiş zavallı Müslümanlarsınız” gibi karşılıklı sataşmalar, birbirlerini aşagılamalar, tartışmalar yaşandı.

Telekeyi (dünyayı) kurtaracak imam  

MSP, 1977 seçiminde milletvekillerinin yarısını kaybetti. Buna karşın MSP diri bir tabanı vardı. Üstelikde Türk siyasetinde çözümcü parti konumundaydı. Cemaatlerle kıran kırana mücadele etmesi, parti tabanını kemikleştirmiş, partiyi bir cemaat haline dönüştürmüştü. MSP’liler Erbakan’a bir “şeyh” gibi bağlıydılar. Necmettin Erbakan onların gözünde Türkiye’yi, ondan sonrada dünyayı kurtaracak bir imamdı. Bu duygularla dolu olan partilileri 1977 seçim yenilgisi pek etkilemedi, tam tersi kamçıladı. Onlar böyle düşündüler: “Hz. Muhammed bile bazı mağlubiyetlerden sonra zafere ulaştı.” diyorlardı.

Parti aslında bir İslam ordusuydu. Erbakan da İslam ordusunun komutanı. İslam ordusunun başarıya ulaşması için gerekli olan cihadı yerine getirmek gerekliydi. Erbakan özel toplantılarda İslam tarihinden örnekler veriyor, sonuçta ne olursa olsun MSP ordusunun bu savaştan galip geleceğini söylüyordu. Bu Erbakan, kamuoyundaki Erbakan’dan başkaydı. Bu özel toplantılardaki Erbakan. Söyledikleri dinleyenleri yoldan çıkarıyor, çalışmalarını çabuklaşdırıyordu.

Parti içinde var olan geleneksel Yahudi düşmanlığı da kullanılıyor, ”Siyonistlerin en korktukları, Yahudilerin en çekindikleri Erbakan’ın Türkiye’yi yönetmesi” denerek saflar sıkı tutulmaya çalışılıyordu. Onlara göre: Erbakan günümüzün Sultan Abdülhamit’iydi. Ona denk gösteriliyordu.

CHP, AP ile MHP küfrün (kâfirlerin, din düşmanlarının) temsilcileriydi. Türkiye’yi İslamdan çıkarmak gayretindeydiler. Üçüde Batıcı, üçüde batıl, üçüde faizci, üçüde ayyaştı. CHP tam kâfir, AP ise İslamı savunuyor görünen münafık bir partiydi. Aslında ikisi de din düşmanıydı. MHP’de ırkçıydı.  (M. Arif Özcan, Üç nasyonalist, Ziya Gökalp, Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Ülkü Basımevi/İstanul.)

Bazı islamcı kesimler, cemaatler, tarikatlar gaflet içindeydiler. Hakkı savunan tek parti MSP’nin yanında yer alacaklarına, yardımcı olacaklarına gidip AP gibi mason bir partiye çalışıyorlar idi… Bile bile küfre arka çıktıkları için onlar da küfrün parçasıydılar. Bu yüzden onların vebali, ahiretteki durumları, CHP’den de, AP’den de çok ağır olacaktı. MHP, ırkçı, dövüşken yapıda, yapmacık müslümandı. Onlar, yalnızca Cuma namazlarına katılan, onuda istemeyerek yapanlardı. Onları Cuma Müslümanları olarak adlandırıyorlardı.

MSP’lilerin hemen hepsi bu duygular ve düşünceler içindeydi. MSP’nin seçim kaybetmesi, partinin uğradığı saldırılar, cemaatlerin karşı tarafla işbirliği yapması, parti saflarında moral bozukluğu yerine kenetlenmeye yol açıyordu. MSP’liler karşı cemaatler için şöyle düşünüyordu: “Eğer Hz. Muhammed döneminde yaşasalardı, kesinlikle Hz. Muhammed’in yanında değil, onun karşısında yer alan Ebu Cehil, Ebu Süfyan gibi kâfirlerin yanında yer alırlardı.”

Erbakan’ın ordusu

 

Böylesi yaklaşımlarla Erbakan, parti kuruluşlarını her an dipdiri tutmayı başardı.

Necmettin Erbakan, usta bir konuşmacı iyi bir örgütçüydü. Yakın kurmaylarıyla, parti il başkanlarıyla, ilçe başkanlarıyla yaptığı özel konuşmalarda çok etkiliydi. En uyuşuk birisi bile Erbakan’ı dinledikten sonra, bir mücahit oluveriyor. Dünyayı kurtarmanın kendi çalışmasına, ugraşına bağlı olduğunu düşünerek çalışmalarına ağırlık veriyordu. Erbakan, var olan gücünü tümden dernekleşmeye yöneltti. Köyler başta, bütün sandık başlarında gerekenden en az iki katı çok üyenin  sandık gözlemcisi olma gereğini gözler önüne getirdi. Seçim sandıkları MSP’lilerin gözetiminde olmalıydı. Erbakan, partilileri cemaat gibi, tarikat gibi, bir ordu gibi düzene soktu.

MSP’liler, “Türkiye’de iki ordu var” diyordu , “biri Türk ordusu, diğeri MSP ordusu”.

MSP olağanüstü biçimde örgütleniyor 

Erbakan, konuşmalarıyla yandaşlarını heyecanlandırıp,  düzene sokarken gençlerin de örgütlenmesine özel önem verdi. Gençlik, MTTB‘de yetişmekte, eğitilmekteydi. İmam-hatip okulları da MSP’ye gençlik yetiştirmekteydi. Bununla da yetinilmedi, Akıncılar Derneği kuruldu. Akıncılar Derneği parti ile doğrudan ilişkisi olmayan bir dernekti ama MHP’nin Ülkü Ocakları gibi bir yapıda idi.

Erbakan gazeteye de önem verdi. Gazete bu dava için bir itici, işletici görevini görüyordu. Milli Gazete’den başka Yeni Devir gazetesi, Milli Görüş’ün ikinci gazetesi olarak devreye girdi. Yeni Devir, zamanla İslamcıların Cumhuriyet gazetesi olarak anılır oldu. Aydınlara yönelikti, Cumhuriyet gazetesi gibi ak-kara çıkıyordu. Gençlerin, okumuşların ilgisini çekecek yayın yapıyordu. Cemil Meriç, İsmet Özel, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt, Akif İnan gibi yazarlar, şairler Yeni Devir’de yazıyorlardı. MSP’nin geleneksel yapısının yanı sıra okuyan-düşünen kesimi de vardı. Bu kesim sol eserleri takip eden, Yeni Devir ile birlikte Cumhuriyet’i okuyan, klasikleri ve modern dünya görkemini (edebiyat) izleyen, görkem (edebiyat) dergilerine bağlı olan, yabancı dil öğrenen, üniversitede okumayı amaçlayan bir kesimdi. Diriliş, Edebiyat, Mavera, Aylık Dergi gibi edebiyat dergileri bu kesimi etkiliyor, bu dergilerden yeni yazarlar yetişiyordu. Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Yaşar Kaplan gibi şairler, hikâyeciler o dergilerde ürünlerini yayımlıyorlar ve yeni kabiliyetlere yol gösteriyorlardı.

MSP içindeki aşırılar  

Onlarla birlikte radikal diye tanımlanacak bir kesim daha boy vermekteydi MSP içinde. Bu kesim aynı zamanda partinin de içgücüydü.

Sebil, Şûra, Tevhid, İslami Hareket gibi dergilerin oluşturduğu bir kesimdi bu. Adı geçen dergilerdeki Kadir Mısıroğlu, Ertuğrul Düzdağ, Yılmaz Yalçıner, Ali Bulaç, Selahattin Eş, Ali Ünal, Sedat Yenigün, Atasoy Müftüoğlu, Hüsnü Aktaş gibi yazarlar gençlik üzerinde hayli etkin oluyorlardı. Hele daha ilk sayısında Şeriatçı bir gazete olabilir miyiz? kapağıyla çıkan Şûra dergisi, hayli sert ve gençliğin mücahitlik yapısına uygun yayın yaparak Milli Gazete’den çok satış yapmayı başardı.

Yılmaz Yalçıner‘in yayımladığı Ali Bulaç, Selahattin Eş ile Hüsnü Aktaş gibi isimlerin yazdığı bu dergi; Atatürkçülüğü, Kemalizmi, devleti, AP’yi, Nurcuları ve Süleymancıları çok sert ifadelerle eleştirdi. Her sayısı toplatılan Şûra dergisi sonunda kapatılınca, Tevhid ile  Hicret dergileri çıkarıldı ve böylesi yayınlar sürdürüldü. Bu anlayış, yayınevlerini de etkiledi ve İslam dünyasından yapılan çevirilerle yayın dünyasında da bir patlama yaşandı. Ali Bulaç‘ın başında olduğu Düşünce Yayınları bu tarz yayıncılığın önderi konumundaydı. Ali Bulaç bu yayınevinden çıkardığı ”Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” kitabıyla İslamcı gençliğin en tanınmış yazarı oldu. ”İslamcı gençliğin el kitabı” niteliğindeki bu kitabı başkaları izledi. Ali Ünal’ın ”Mekke Resullerinin Yolu” kitabı da bu tarz tanınmış eserlerdendi.

Fakat asıl açılım, İslam dünyasının âlimleri sayılan Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Mevdudi ve özellikle Ali Şeriati gibi yazarların çevirileriyle sağlandı. Mısırlı yazar Seyyid Kutup‘un Yoldaki İşaretler, Pakistanlı yazar Mevdudi’nin Kur’an’da Dört Terim, İranlı yazar Ali Şeriati‘nin Medeniyet ve Modernizm, Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri kitapları MSP’li gençliğin en gözde eserleri oldu.

Bu kitaplarla İslamın devlet olma yönleri ele alınıyor, geleneksel görüşlerden çok değişik bakış açıları sunuluyordu. Özellikle İranlı yazar Ali Şeriati’nin kitapları İslamcı gençliğin en iyi satanıydı. Kitaplar peynir ekmek gibi satılıyordu.

Bu gelişmeler MSP eksenli hareketin toparlanmasını, hareketlenmesini ve daha da büyümesini sağladı. Erbakan, parti, gazete ve dernekle yetinmedi, başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde Milli Görüş Teşkilatları kurdu. Milli Görüş Teşkilatı, Avrupa’daki Türkler’i örgütledi ve MSP’nin en faal, en güçlü teşkilatı haline geldi. MSP bu yönüyle sadece parti değil, en güçlü İslamcı kesim oldu.

Bu durumu gören MHP içindeki Yeşil Kuşak ülkücüleri, nerede islamcı kitap varsa yayınlayıp, ülkücü tabana satmaya başladılar.

İçerden;

Necip Fazıl Kısakürek, Cemil Meriç başta olmak üzere…

Dış kaynaklılardan;

Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Mevdudi ile özellikle Ali Şeriati’nin eserleri satılmaya başlandı.

Yeni Asya’nın ‘İşte MSP’ biçikciği (broşürü)

Yeni Asya cemaati, MSP’ye karşı kızgınlık içindeydi. Parti’nin gelişmesini önlemek için arka arkaya yazılı yayınlar geldi. Yeni Asya’cıların İşte CHP! ile ardından İşte MSP! biçikciği (broşürleri) ortalığı karıştırdı. Bununla da yetinmeyip Eco ile Neco adlı bir de biçik (kitap) yayımladılar.

İşte MSP!.. biçikciği (broşürleri)nde MSP’nin komünistleri bağışladığı, dine ters düştüğü, sağı ve dindarları böldüğü, CHP ile bir olduğu gibi konular işlendi. Bunun yanında, MSP’li Bakan Korkut Özal’ın içki içerken çekilen bir curuğu (fotoğrafı) yayımlandı. Gerçekte bu curuk büyük gazetelerde yayımlanmış, o gazetelerde ayran içtiği belirtilmişken Yeni Asya’cılar aynı resmi, altına içki içti diye yazarak yayımlamışlardı.

İşte bu çarpıtmayla, bütün şimşekleri Yeni Asya’nın üzerine çekti. Cemaat üyeleri, bu kadar siyasileşmenin ve böylesi yayınların cemaate zarar vereceğini dile getirmeye başladılar. Bu yüzden MSP’lilerin tüm kızgınlıkları da üzerlerine çevrilmişti. Korkut Özal ile ilgili yapılan yayın, İskenderpaşa cemaatini de kızdırdı ve onların da Yeni Asya cemaatine karşı çıkmasına neden oldu. Diğer İslamcı çevreler de aynı tutum içine girdiler. Çünkü Korkut Özal’ın içki değil, başka bir içecek içtiğini, onun içki içemeyeceğini düşünüyorlardı.

Yeni Asya gazetesi ve cemaati çok yerden büyük tepkiler aldı. Hekimoğlu İsmail de tepki gösterenler arasındaydı. İşte MSP biçikciği (broşürleri)ni yazanları telefonla aradığı ve sert bir dille eleştirdiği kulaktan kulağa yayıldı. Öne sürüldügüne göre konuşma şöyle geçmişti:” –Korkut Özal’ın içki içmediğini düşünüyorum. Nasıl oluyor da bir müslümana böyle iftira edebiliyorsunuz? O biçikcik (broşür) yüzünden Korkut Özal’ın gerçekten içki içtiğini düşünüp, ona karşı duran müslümanlar olacaktır, bunun vebalini nasıl ödeyeceksiniz?..”

”İşte MSP!” biçikcik (broşür) yapanlardan birinin yanıtı çok pişkindi: “-Seçimden sonra tövbe ediveririz abi…”

(ancak, sonraki yıllarda o kişi, FP’li bir belediye başkanının basın danışmanı oldu.)

Yeni Asya cemaati tepkilere rağmen MSP aleyhinde yayınlar yapmanın ötesinde, topluluklar olarak köy-köy, ev-ev dolaşıp AP’yi öven, CHP ile MSP’yi yeren söyleşilere giriştiler.

1977 seçimlerine gidilirken MSP beklenmedik bir karışıklık içindeydi. MSP’liler her yerde bunlara karşılık vermek durumunda kalıyor; bu kadar çok tepkiye, saldırıya ugradıkları için seçim sonuçlarından korkuya düşüyorlardı. Bu Nurcuların girişimlerinin de etkisiyle MSP seçimde milletvekillerinin yarısını kaybederek, ancak 24 milletvekilliği kazanabildi.

MSP, ağır bir yenilgi aldığı için özellikle AP’yi destekleyen Nurcular ile Süleymancılar bayram ettiler. CHP yenilgiye uğrasa belki onca sevinmeyeceklerdi. Onların sayesinde AP toparlanmıştı.

Erbakan-Gülen işbirliği

*MSP’liler her yerde Fethullah Gülen’i övüyoryorlardı. MSP’lilere göre Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP’liydi, ama açıkça siyaset yapmıyordu. Sürekli islamı anlattığı için, onu dinleyenler AP’liyse bile MSP’li oluyorlardı. MSP’liler, Fethullah Gülen’in vaazlarını dinleterek pek çok MHP ile AP’liyi MSP’li yaptılar.

Cemaatten kopmalar, ayrılmalar olmasına bakmayarak, Türkiye’nin en güçlü, en etkili cemaati Yeni Asya’cı Nurculardı. Bütün ağabeyler oradaydı ve cemaati ayakta tutmaktaydılar. Nurcuların bir başka etken işleride sürekli biçik (kitap) yayımlamalarıydı.

Kitapları, MSP’liler dahil bütün islamcı kesimlerce okunuyordu. Ahmet Şahin’in sahabelerinin yaşamlarını anlattığı islamcı biçikler (kitaplar), Niyazi Birinci’nin çocuk engimeleri (hikâyeleri), Necmeddin Şahiner’in Said-i Kürd-i (Nursi) üzerine araştırmaları, Yavuz Bahadıroğlu’nun tarihi romanları, elbette ayrılmış olsa da başlangıçta bu kesimin en gözde yazarı olan Hekimoğlu İsmail’in el altından yalnızca gençleri cihada çekebilmek için basılan Minyeli Abdullah romanı her kesime etki eden eserlerdi. Yeni Asya’nın biçik (kitap) yayıncılığındaki tekelciliği çok uzun sürmedi. Hekimoğlu İsmail, TÜRDAV’ı kurdu. MSP’ye yakın yayınevleri birbiri ardına açıldı. Binlerce din biçigi (kitab), Türkiye’nin dört bucagında dagıtılmaya başlandı. Mesut Yılmaz‘ın Beyazıt’taki Beyaz Saray binasının zemin katında, Cağaloğlu’ndaki Üretmen Han’da, başka yerlerde kümelenen yayınevleri ile bir iş alanı oluşturdu. Mehmet Kutlular‘ın yönetimindeki Yeni Asya’nın AP’sinin bir biçiği (bülten) gibi çıkması cemaatte yeni arayışlara neden oldu. Kutlular, eleştirilere sert karşılık vermekteydi. Gazetenin yönetim sorumlusu Rahmi Erdem, bu yüzden gazeteden ayrılmak zorunda kaldı. Yeni Asya cemaatinin gazeteden başka bir de Köprü dergisi vardı. Dergide, cemaatin dışında kalan kesimler le MSP’ye eleştiriler yapılıyor, AP ile Demirel övülüyordu. Dergi bu durum da eleştiri konusuydu. Nurcular, bilimsel dergiler çıkarmaları gerekirken siyasi bir dergi çıkarmışlardı. Cemaatin içinden, Adapazarı’ndan bir kesim, bu düşünceyle Zafer adında bir dergi yayımlamaya başladı. Bu dergi siyasetten uzak, daha çok dini konulara yer veren, bol resimli bir dergiydi. Bu dergi Adapazarı gibi bir yerde çıksada, cemaatin asıl dergisi olan Köprü’den de çok satmaya başladı.

Kutlular başta olmak üzere Mustafa Sungur, Mehmet Fırıncı, Bayram Yüksel, Bekir Berk gibi ağabeyler, Zafer dergisinin kapatılmasını istediler. Ama Zafer dergisini çıkaran Sakarya tobu (kesim) bunu kabul etmedi. Tartışmalardan sonra Zafer dergisini çıkaran Sakarya tobu (grup), ayrı bir tob (grup) durumuna dönüşerek Yeni Asya grubundan ayrıldı. Yeni Asya cemaatinin yaşadığı bu olayları, MSP’liler ile Yeni Asya cemaati içinde bulunan Fethullah Gülen tarikatı yakından izliyordu.

Fethullah Gülen gizli güçlerce öne çıkarılıyor

MSP’den sonra Yeni Asya cemaati en büyük islamcı tobdu “grup”. Fethullah Gülen, Yeni Asya cemaatinin içinde,  bir uçbeyi yapıldı. Gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük tobun “grup” önderiydi. Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP’nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu. Yüreklerindeki amaçlara ulaşabilmek için MSP, atak, keskin eylemci gençlere gerek duyuyordu. MSP’ye yakınlaşmak, uzun sürede Fethullah Gülen için daha yararlı olacaktı. Bu düşünceyle MSP yönetimine çok yakın kişileriyle öneriler gönderdi. Yeni Asya cemaatinide eleştirdi, MSP’nin çalışmalarını övdü.  Tek amacı içlerine sızarak etkinliğini artırmak idi. Böylece MSP ile Fethullah Gülen arasında bir yakınlaşma başladı. 1973 seçimlerinde Fethullah Gülen ile yandaşları MSP’ye oy verince yakınlaşma gelişti, bütünleşmeye dönüştü.

MSP’liler de bu duruma seviniyorlardı.  Çünkü Yeni Asya cemaatini Fethullah Gülen eliyle bölmek, güçsüzleştirmeyi düşünüyorlardı. Erbakan, kurmaylarına buyruk verdi: “-Fethullah Gülen Hocamıza arka çıkın, onun yanında bulunun, dayanak olun.”

İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen’in tanınmışlığı artmaya başladı. Temelini attığı, altyapısını oluşturduğu cemaat bir anda öne çıkmaya başladı. İzmir Bornova Camisi’ne her yerden akın akın kişiler geldi, cuma vaazları veren Fethullah Hoca’yı dinlediler. Vaazdan sonra dinlemeye gelenler ve getirilenler, Fethullah Gülen cemaatinin dershanelerinde ağırlandı, konuk edildiler, teyp kasetlerinden yine Fethullah Hoca’nın önemli konuşmaları dinletildi. Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ile cemaatini tamamen kopmaması için Fethullah Gülen’in vaazlarından bazılarını Hitabet Çiçekleri’ adıyla biçikleştirdi (kitaplaştırdı). Ancak istenilen yakınlık kurulamadı. O günlerde Ülkü Ocakları’nda beklenmedik bir gelişme oldu. Fethullah Gülen’in kasetleri ocaklardada dinlenebiliyordu, elden ele de dolaşıyordu. Bu çok ilginçti. Kendi ilkelerine göre, genel baskanlarının onayı olmadan, bir ülkücünün bile konuşması dinletilmez iken, ne olmuştuda Fethullah Gülen, derneklerde övgü ile karşılanabiliyordu?

Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen ile görüşmeye gittiler. Ancak artık kemikleşmiş bir yandaşlar oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi bildigi yolda gitmeyi bırakmadı. Kemikleşmiş taban özellikle Anadolu’dan büyük şehirlere göç etmiş olan MHPlilerden, çok azda bir MSP’lilerden oluşmuştu. Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi, Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen’in yanındaydı. Unutmamalıdır, Türkiye’de islamcı tabanı oluşturan bazı kişiler, bazan MSP’ye, bazan Fethullah Gülen cemaatine, bazanda başka tarikatlara geçerek, dengeleri değiştirebiliyorlardı. MHP ile MSP kuruluşları, Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde çok kullanıldılar.

Necip Fazıl Kısakürek ile Mehmet Şevket Eygi dışlanıyorlar

MSP dışındaki müslüman cemaatlerin, onlara yönelik eleştirileri, saldırıları bu yüzden artık pek etkili olmuyordu. Necip Fazıl Kısakürek ile Mehmet Şevket Eygi, MSP tabanının üzerinde bir dönem büyük emekleri olan yazarların MSP aleyhindeki çok ağır eleştirileri, bu kesimde ilgisizlikle karşılandı. Bu yazarlar artık kanıksanmışlardı, dönemlerini tamamlamışlardı. Erbakan’a söz eden kim olursa olsun MSP’lilerin gözünden düşüyordu. Gözden düşen dışlanır, artık batırılmış oluyordu.

Erbakan’ı yerden yere vuran Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı haftalık ‘Büyük Gazete’, geçmiş günlerin saygısına bakarak MSP lilerin satın almasına bakmayarak, Erbakan’a yönelik sert tutumunu sürdürünce, okuyucularca eleştirilere uğradı. Okuyucular, bir yandan eleştiri öbür yandanda gözdağı yazıları göndermeye başladılar.

Okuyucular korku saçıyorlar

Örnekleri aşağıdadır.

“MSP ile ilgili kapalı tenkitlerde bulunuyorsunuz. Bindiğiniz dalı kestiğinizin bilincinde misiniz? Ben politikaya giremem diyorsunuz, size politikaya gir diyen yok. Siyasi görüşünüzü mertçe ortaya koymalısınız. Üzülerek söylüyorum, bundan böyle gazetenizin okuyucusu azalacaktır. Okuyucular bölümünde yayınlanan yazılar değişik dedikodulara neden olmaya başladı. Büyük Gazete’ye abone olmayı düşünenler, alıp dağıtanlar, bundan sonra okumamaya kararlı görünüyorlar.” (Nesimi Kitabevi – Erzurum, Büyük Gazete, sayı 13, sayfa 2)

MSP aleyhinde mevzulara temas etmemenizi acizane istiyorum. Bizim Beygir partisiyle, Altıkazık partisinde ve benzerlerinde zaten düşmanlarımız çok. Siz bari düşmanlık etmeyiniz. Bugün gazetesi döneminde MNP’yi göklere çıkarıyordunuz, unutmayalım.” (Dr. Mehmet Turhan – Eskişehir, Büyük Gazete, sayı 13, sayfa 15)

Gazetenizi büyük bir ilgiyle okuyan, yaşatan kitlenin siyaset davasına ihanet ediyorsunuz. Ehven-i şer diye tutturmuşsunuz. Müslümanların arasına nifak tohumları saçıyorsunuz. Üstat ( Said-i Nursi ) yeri geldiğinde seve seve hapse girip mahkûm olurken siz selameti yurtdışına kaçmakta buluyordunuz. Yeri gelince Bediüzzaman Hazretleri’nin arkasında ne de güzel saklanabiliyorsunuz?” (Recai Değerli -Ankara, Büyük Gazete, sayı 14, sayfa 2)

Hakkında verilen hapis cezasını memleket hapishanelerinde çekmedin. Korkak bir hain gibi cihadı bırakıp yurtdışına kaçtın.” (adı ile adresi gizli, Büyük Gazete, sayı 14, sayfa 2)

Büyük Gazete’nin okuyucusunun yüzde sekseni MTTB’li veya MSP’lidir. Hiç düşünebiliyor musun ki, bir CHP’li yahut bir Beygirist Büyük Gazete’yi alsın okusun. Gazetenizin gerçekten büyük gazete olmasını istiyorsanız MSP’yi tutmasanız bile aleyhinde atmayınız.” (Ali Arslanoğlu – Erzurum, B. Gazete, sayı 14, sayfa 2)

Biz sizin siyasi görüşünüzü beğenmiyoruz. Gazetenizdeki ilmihal bilgilerini de kitaplardan okuyabiliriz. Onun için siyasi fikrinizi değiştirinceye kadar gazetenizi okumayacağız ve çevremizde okunmaması için gayret sarf edeceğiz.” (Karabük’ten bir okuyucu, B. Gazete, sayı 15, sayfa 9)

Mehmet Şevket Eygi geri adım atmaya başlıyor

Bu tür eleştiriler, ardı ardına gelince Mehmet Şevket Eygi, MSP’ye yumuşak ölçüde yazılar yazmak durumunda kaldı. “Büyük Gazete’nin MSP’ye karşı olduğu konusunda dedikodu yapıldığı, bu yersiz dedikoduların bazı temiz yürekli kardeşlerimizi ikilige (şüpheye) düşürdüğü konusunda bilgiler almaktayız. Müslümanlar, Bolşeviklerle, mürtetlerle işbirliği yapamaz! demek MSP’ye karşı  olmak demek değildir. MSP’li olmamak, MSP’ye karşı olmak anlamına gelmez.” (Biz MSP düşmanı değiliz, M. Şevket Eygi, B. Gazete, sayı 16, sayfa 2)

Ancak böylesi yazılar da gazeteyi kurtaramadı.  Başlangıçta yirmi bine deyin satan gazete kapanmak zorunda kaldı. Mehmet Şevket Eygi den sonra Necip Fazıl Kısakürek’de MSP’den uzaklaştırıldı. Necip Fazıl Kısakürek, başlangıçta MSP’li iken AP’li olmuş, sonra da MHP’li olduğunu açıklamıştı. MSP’lilerin gözünde bütün İslamcıların, üstelik sağ kesimin üstadı olan Necip Fazıl tutarsızdı, kendini çok beğenmişti, dönekti. Necip Fazıl, kendini ‘İslam Davası’nın düzenleyicisi olarak gördüğü için MSP yöneticileri, kendini uzaklaştırsalarda, tabanın kendine sahip çıkacağını, üstelik istese gençliği MSP’den koparıp alabileceğini düşünüyordu. Bunu uygulamak için, MTTB’de topladığı gençlere uzun bir konuşma yaptı ve MSP’yi bırakıp kendisiyle birlikte MHP’ye geçmelerini emretti.

Beni seven arkamdan gelsin!.. dediği toplantıdan çıkarken MTTB’den bir kişi bile arkasından gitmedi.

Bu olaydan sonra, MSP’den atıldığı için kendisinde bir düşünce değişikliği olmadan, önce AP’ye, AP’den istediklerini koparamayınca, ondan sonrada MHP’ye, katılan Necip Fazıl Kısakürek, MHP tabanını MSP’nin tabanına uygun biçimde eğitmeye başladı. Artık, Ülkücüler, “Milliyetçi Türkiye” söylemlerinden, “Kanımız Aksada zafer islamın” söylemlerine geçirildi. Necip Fazıl Kısakürek buduncu (milliyetçi) gençleri yavaş yavaş, Turancılıktan kopararak, Büyük Doğuculuk düşüncesine getirdi.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

Sonraki yıllarda MSP’li akıncılara benzeyen ülkücüler doğdular. Muhsin Yazıcıoglu, Ökkeş Şendiller, Serdar Çelebi, Ahmet Orhan Sar, Erdem Karakoç, Mehmet Pamak, pek çok ülkücü Necip Fazıl Kısakürek’ten en çok etkilenenlerdendiler. Türkiye’nin sağcı yada solcu bütün aydınlarını öldürenler, artık bu işi ALLAH RIZASI diyerek yapacaklardı. Artık islama uymayanlar,  mıltıklarla (silah) düzene sokulacak idi.

TÜRK-İSLAMCI ÜLKÜCÜLER ÜMMETÇİ OLDULAR!

Buduncu çizgiden, islamcı çizgiye geçmis olan ülkücülerin kendi geçmişlerini (ülkücülük günlerini) kafirlik günleri olarak gördüler. Bu drumdaki bütün islamcı ülkücülere bakınca:

“Türk-İslam sentezi” olarak ifade edilen Batıl ideolojilerin peşinde Türk kavmiyetçiligi çizgisinde geçen uzun yıllardan sonra, Techid’le Kur’ani islam’la şereflenince dünyaya bakış açımda öyle büyük degişiklikler meydana geldiki, sadece bu değişikliği bile bir kitapta anlatmak imkansızdır.”, “islam ümmetinin parçalanmasına sebep olan kavmiyetçiligi terkederek, tevhidin çok önemli bir yansıması olan ümmet bilimini yakaladım.” (Mehmet Pamak, Köseli Yazılar, s.9,Denge Yayınları/İstanbul-1994)

Osman Yüksel Serdengeçti, Muhsin Yazıcıoğlu, Ahmet Orhan Sar, Serdar Çelebi, Ali Bilir, Remzi Çayır bunlarla yüz yüze yapılan görüşmelerde “artık “tevhid’e, ümmetçiliğe geçiş başlatılmalıdır.” diyorlardı. Bunlarda, bunlara benzeyen kişilerde Türkeş’in müslümanlığını yeterli görmüyorlardı. MHP’yi ele geçiremeyenler, tümden ümmetçi yapamayanlar sırayla MHP’dende ülkücülerdende kopuyorlardı. Bu kesim Türkeş’i ABD ile İsrail yanlısı olarak görüyorlardı. (Mehmet Pamak, Köşeli Yazılar, s.136-137)

En ilgincide, bu ayrılanların PKK ile Kürt olaylarına bakış açılarının degiştiğidir. Kürt kardaşlarım, Kürt Halkı, yada Türkiye’de Kürt Hakları diye anlatıyorlar. (1. Mırzabeyoğlu’nun yazısı, Büyük Doğu Dergisi, Mehmet Pamak, Köşeli Yazılar, s. 136-150)

ÜLKÜCÜLERDE ÜMMETÇİLİK DENEMELERİ

Yıl 1975 Necip Fazıl Kısakürek, Ülkücüler’e verdiği konferansta “Sizi alnınızdaki kartopu halindeki iman ışığından tanıyorum … Alah’ın selamı üzerinize olsun.”  (Nasıl Birlik, Ak-Doğuş, 5,6,7,8,9.) Bu (milliyetçi)likten, (şeriat)a geçiş olmuştu. Bundan sonra MHP çatısı altında tarikatlar, tekkeler, MSP’de olduğu biçimde yerini alıyordu. Sonraki yıllarda ülkücüler içinden (milliyetçilik)ten devşirilen, cihatçı kesim, Necip Fazıl’ı böyle açıklayacaklardı. “Bu manada bizim ona bağlılığımız, onun şeriata uygunluğu kadardır.” Kendilerinide “Büyük Doğu-İBDA” olarak adlandırıyorlardı. “Vahye dayalı, tevhidi akideye sımsıkı bağlı bir dünya görüşüdür. Tevhid akidesini hakim kılarak, yeryüzüne vahdeti gerçekleştirebilmenin diyalektiğidir.” İslami Hareket ve Necip Fazıl, Ak-Doğuş, 10,11,12,13. Yine ülkücüyken Necip Fazıl’ın etkisiyle Türk-İslam ülkücülügüne, oradan da Büyük Doğu ülküsüne yükseltilen Sinami Orkan, ülküdaşlarına ne diyor?: “Ülkücüler de dahil olmak üzere, herkese ve her kesime karşı değişmez tavrımız şudur: Allah’ın hükmünü hakim kılma noktasında, buna karşı duranları manada ve maddede silmek yine aynı gayeye bağlı olarak, en küçük birimlerde bile, küfre karşı herkes ve her kesimle birlik ve beraberlik tesis etmek.” (Gündem, Ak-Doğuş, 17)

Necip Fazıl Kimdir?

 

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜDÜR.

“Son Devrin Din Mazlumları” adlı kitabında   Cumhuriyet’e saldırdıkça saldırır:

Necip Fazıl Kısakürek:
“Dayandığı tek sebep de bir takım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu’yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir. Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.

Necip Fazıl’dan söz ediyoruz. O çıkarlarına göre görüşlerini değiştiriyordu. DP döneminde, tutuklanınca;

Necip Fazıl Kısakürek: “Biz erkeğiz Menderes, olamayız muannes (dişi)” diyen, sonra dışarı salınıp örtülü ödenek aktarımlarıyla cebi doldurulunca, ağız değiştiren bu adam, 27 Mayıs İhtilalinin önderi Cemal Gürsel’e yazdığı samarada (mektup) bakın neler diyordu:

Necip Fazıl Kısakürek: “Pek Sayın Cemal Gürsel,
Şu anda Balmumcu’da nezâret altında bulunuyorum. Hiçbir suçumun olmadığı kanaatindeyim. Ama beni suçlu görüyorsanız, ben sizden ve şanlı Türk Ordusu mensuplarından özür dilerim.
Politikanın ne olduğunu artık anlamış bulunuyorum. Sizler en iyi müdâhaleyi yaparak güzel yurdumuzu kötü politikacılardan kurtardınız. Demokrat Parti kötü idâresiyle zaten bunu hak etmişti. Ben çok hastayım. Beni zindandan kurtarabilirsiniz. Esâsen nâmusum, şerefim üzerine yemin ederim ki, serbest kaldıktan sonra hayâtımın sonuna kadar politika ile ilgili hiçbir yazı yazmayacağım. Siz büyüklük gösterip de beni af edin, beni kurtarın, dâima sizlerin emrinde olacağım.”

(15 Eylül 1968 tarihli Ekspres gazetesi)

Necip Fazıl Kısakürek, demokrasiye dönülünce, Gürsel’e verdiği sözü tutmadı, politikayla ilgili yazdı da yazdı. Bir de “Benim Gözümde Menderes” diye bir kitap yazdı.
12 Eylül ihtilali olunca, yine ustaca döndü Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu’nun kapağına Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan’ın fotoğrafını koydu, üstüne bir çarpı çekip  “Bir çapraz çizgi ile çözüldü muadele (denklem)” dedi.

Kumarbaz Necip Fazıl Kısakürek, ülkücülere öylesine etki ettiki, onlar artık İslamdan önceki Türklüklerini bile yok sayacak duruma geldiler; Necip Fazıl Kısakürek “Eğer gaye Türklükse, mutlaka bilmek lazımdır ki, Türk Müslüman olduktan sonra Türktür.

Necip Fazıl Kısakürek, kendisinin tarikatlara bağlılığını böyle dile getirecek idi: “Benim şeyhim, bu tarikata kul olmuş, ben de köpek olurum.” dedi.

Necip Fazıl Kısakürek’in “Allah rizası için islamı savunuyorum” dediği yıllarda gizlice Menderes’ten ödenek alıyormuş. Necip Fazıl’ı yoksul, islamcı gösterenler içinde asağıdaki bilgileri sunuyorum.

Necip Fazıl Kısakürek’in Menders’i övdüğü yıllarda Başbakanlık gizli ödeneginden 1951 yılında 5.000,00, 1952 yılında 50.000,00, 1954 yılında 18.500,00, 1956 yılında 34.000,00, 1958 yılında 10.000,00, 1959 yılında 10.000,00 (Abdurrahman Dilipak, İhtilaller Dönemi, 133-138, İstanbul-1991)

İslamcı kesimde başveren olaylara M. Şevket Eygi’nin yaklaşımı:      

Erbakan, zor zamanlarda neredeydin?”

MSP’liler, islamcıların çok sevilen yazarları Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Şevket Eygi başta olmak üzere diğer cemaatler ile tarikatların Erbakan’ı çekemediklerini düşünüyorlardı.

Bu düşüncelerde azda olsa gerçeklik vardı. Yıllarca emek harcayan, kalabalıkları arkalarından sürükleyen, çile çeken, bir sözle veya bir yazıyla islamcı kesimlere yön veren kişilerken, yönetime  birden Erbakan gelip oturuvermişti. En acısı, kendilerinin yetiştirdiği gençler, islamcı kesimler, Erbakan’ı kendilerine tercih etmişlerdi. Erbakan’a kızgınlıklarının temelinde bu duygular vardı. Bu duygular yazılarına da geçmişti. Mehmet Şevket Eygi’nin “Neredeydin?..” başlıklı yazısı bu duyguların en açık göstergelerinden oldu.

Neredeydin?

Müslümanlar hapishanelere tıkılırken neredeydin, hiç sesin çıkmıyordu o kara günlerde…

Şeriat, hilafet, ümmet demenin ağır bir suç sayıldığı zulüm devirlerinde senin nam-u nişanın yoktu.

Sen kara günlerin adamı değilsin… Sen Allah yolunda dayak yemeyi sevmezsin, lakin İslam davası uğrunda baklava, börek, kaymak ve kuzu kızartması yemeye bayılırsın. Nerede Allah yolunda bir külfet, meşakkat varsa sen orada bulunmazsın. Ama mukaddes davayı istismar ve istihdam ederek ucuz nimetler peşinde koşarsın.

Sabıkasız birisin sen!..

Şimdi ortalık günlük güneşlik ve sen ağustosböceği gibi ötüp duruyorsun .

Kendi haline bakmıyorsun da, bu davanın çilesini çekmiş Müslümanlara çamur atıyorsun. Onlar dava haini, sen büyük dava adamı ve mücahitmişsin!..”

Türkiye’de laiklik yoktur’

1971 muhtırasından sonra yurtdışına kaçtınız…

– Benim yurtdışına çıkmam, 1971 muhtırasından sonra değil, çok önce, 1969 yılının ocak ayında olmuştur. Ocak 1969 ile 12 Mart 1971 arasında hayli mesafe vardır… Gidişim kaçmak şeklinde değil, normal pasaportla Yeşilköy Havaalanı’ndan hacca gitmek suretiyle olmuştur. O tarihte Meclis’te üç ayrı basın affı kanunu teklifi vardı. Basın affı çıkar ve dönerim diyordum.

– Siyaset ve İslam…

– Bir din ve dünya nizamı olarak İslam’ın siyaset üzerinde tutulması gerektiğine inanıyorum. İslam hiçbir siyasi partiyle, tarikatla, hiziple, cemaatle özdeşleştirilmemelidir. Elbette bazı Müslüman kişiler ve gruplar politik faaliyetler yapacaklardır. Lakin bunların kendilerini din ile özdeş hale getirmeleri yanlıştır. Başarısızlıkları, hataları dine yüklenebilir. Benim görüşüm budur. Bu konuda şahıs veya cemaat ismi vermemek şartıyla birtakım anonim tenkitler ve uyarılar yapmışımdır. Bu tenkit ve uyarıları şu veya bu şahsa veya cemaate yapılmış olarak görmemek gerekir.

– İslami kesimin bazı büyüklerini tenkit ediyorsunuz…

– Tenkitlerim özeleştiri mahiyetindedir, yıkıcı değil yapıcıdır. Bugün Türkiye’de hiçbir kesimde gereği gibi özeleştiri yapılmamaktadır. Bunun tek istisnası benim yazılarımdır.

– Din sömürüsü var mıdır?

– Elbette vardır. Yıllardan beri Türkiye’de iki büyük kötülük cereyan ediyor. Biri aşırı, azgın, militan din düşmanlığı; diğeri ise dine hizmet perdesi altında yapılan din sömürüsüdür. Bir Müslüman yazar olarak din sömürüsü üzerinde durmam, Müslüman kesim için bir zaaf değil, aksine bir sıhhat ve güç unsurudur. Atatürkçü kesimde de dehşetli bir Atatürk sömürüsü yapılıyor, fakat onlar bu konu üzerinde durmuyor, sömürücülerin üzerine gitmiyor.

– 1995’te Milli Gazete’de İslami bir cemaati eleştirdiniz. O cemaatin baskılarıyla gazetedeki işinize son verildi…

– Profesyonel bir köşe yazarı değilim. Milli Gazete’deki yazılarım için ücret, maaş almıyorum, sarı basın kartım bile yoktur. O tarihte Milli Gazete’deki işime son verilmedi, ben kendim yazılarımı durdurdum. Bir iki ay sonra da tekrar yazmaya başladım. İnançlarıma, dünya görüşüme, hak bildiğim ilkelere hizmet edebilmek şartıyla her gazetede yazı yazmaya hazırım. Bir farklılık ve çeşitlilik olsun diye Cumhuriyet bana bir köşe ayırsa orada da yazmaya hazırım.

– Yazılarınızın mahiyeti…

– Aktüel, politik, gelip geçici, günlük konularda yazmıyorum. Kalıcı, temel, önemli meseleler üzerinde duruyorum. Gayem Türkiye’nin ülke, halk ve devlet olarak yücelmesidir. Bu da, benim görüşüme göre İslamcı çözüm ile olur.

– Devlete karşı mısınız?

– Kesinlikle değil. Ben devlet ile düzen (sistem, rejim) arasını ayırmaktayım. Devletin yıpratılmasından yana değilim. Türkiye’nin rejim, sistem, düzen, resmi ideoloji konusunda büyük değişime ihtiyacı vardır. Sovyetler Birliği’nde bu yapıldı ve büyük ferahlama oldu. İslami kesimdeki bazı radikal, militan, köylü kültürlü kişiler devlet ile rejimi özdeşleştiriyor ve devlet düşmanlığı yapıyor. Hata ediyorlar.

– Sizce ne gibi bir değişim olmalıdır?

– Bugün Türkiye’de resmi ideolojili oligarşik bir azınlık egemenliği hüküm sürmektedir. Milletin, ülkenin, hukukun, devletin üzerinde resmi ideoloji ve derin devlet vardır. Bu sistem ilânihâye devam edemez. Bizim de ileri ve medeni ülkeler gibi hukukun üstünlüğü sistemine, gerçek demokrasiye, temel insan hak ve hürriyetlerine saygı esasına geçmemiz gerekir. Bunun için öncelikle resmi ideolojiden vazgeçilmesi icap eder.

– Laiklik ne olacak?

– Türkiye’de laiklik yoktur. Devletin resmi bir Diyanet İşleri Başkanlığı var. Kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan bulunuyor, eski Şer’iye vekili veya Şeyhülislam gibi. Devletin 100 bin resmi imamı, müezzini, vaizi, müftüsü var. Devletin 500 küsur imam hatip okulu, 17 ilahiyat fakültesi mevcut… Böyle bir sisteme laiklik mi diyorsunuz? Bu laiklik değil, ”devlet dini” sistemidir.

 

Gülen Yeni Asya’dan kopuyor

Fethullah Gülen hakkında Mehdi, Kahtani gibi iddialar yaygınlık gösterince, Mehmet Kutlular Böyle iddia sahiplerini tutup kolundan atın diyerek öfkelendi. Kırkıncı Hoca ile birlikte Fethullah Gülen’in yanına gittiler. Kutlular ile Fethullah Gülen bu buluşmada tartıştılar.

Fethullah Hoca, “-Siz gazetenizde Edremit kampını savunarak beni Nurcu diye ihbar ettiniz.” diye sitem etti.

“-Biz sizi Nurcu biliyoruz.”

“-Bilmeniz, ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşmak için Nurcu kimliğimi kullanmayacağım.”

“-Siz ister kullanın, ister kullanmayın. Bazı çevreler o kampı bahane ederek Nurculuğa saldırırsa, biz de mukabele ederek Nurculuğu savunuruz. Siz Nurcu olmadığınızı aleni olarak açıklarsınız. Saldırılar Nurculuğa gelmez, biz de müdahale etmeyiz.”

Bu tartışmadan sonra yollar ayrıldı. Nurcular, Fethullah Gülen ile olan ilişkilerini kesmeyi ve onun işlerine katılmayacaklarını bildirdiler.

Fakat Fethullah Gülen, bundan pek de etkilenmedi, işlerini yürütmeyi sürdürdü.

Fethullah Gülen’in gönlünde varlıklılar ile öğrenciler vardı. Kendine bağlı bir bir örgütü “cemaat” adı altında oluşturmak için izlediği yollar ilginçti.

Amacı; Vaazlar, özel sohbetler aracılıgıyla  iki aşamalı olarak cemaate taraftar ile akça (para) toplamaktı. O dönemde Fethullah Gülen’e yakın olan bazıları, Fethullah Gülen’in gizli güçlerce yönetildigini öne sürmeye başladılar.

Fethullah Gülen’in gözü MHP’nin elindeki gençligi, ele geçirmekti.

Fethullah Hoca’nın gerçek amacı kendisini dinleyip etkilenen ülkücülerin çocuklarıydı..

Amerikada MOON tarikatı gibi Türkiye’de Fethullah Gülen tarikatı geliştirildi. Giderler, gizli güçlerden sağlanır iken, Türkiye’de yetkililerden koruma sağlanıyordu.

YEŞİL KUŞAK CHP’LİSİ

Cemaate kazanılanlar, çocuklarının Fethullah Hoca’nın dershanelerinde kalmasına ikna ediliyorlardı. Fethullah Hoca’nın ve çevresinin kaldığı şato gibi binalar, son derece lüks dershaneler ve ışıkevleri, genelde kırsal kesimden olan taraftar adaylarının gözlerini kamaştırıyordu.

Ama bu konuda tercih, çalışkan çocuklardı. Onlardan para da talep edilmedi. O çalışkan çocuklara bakılacak, yetiştirilecek, bakımları üstlenilecek ve okuyup büyük adam olmaları sağlanacaktı. Üstelik ileride dindar bir mühendis, dindar bir doktor, dindar bir kaymakam, vali, hukukçu, subay vs. olacaktı. Belki de fakirlikten, çalışkan da olsa, çocuklarını okutamayacak olan aileler böyle bir teklifi sevinerek kabul ettiler.

Böylesi girişimler için para alınmadı, ancak bir çalışkan çocuk cemaate alınmış oldu. O çocuk artık Fethullah Gülen’in çocuğu gibiydi. Öyle yetiştirilecektir ki, anne babası istemese bile artık ömrü boyunca bu cemaatten kopmayacaktı, kopamayacaktı.

Bu yapılanların giderleri gerçekte ABD’den sağlanır iken, Türk kamuoyuna; ‘zenginlerden, kasetlerden, dergilerden, kitaplardan sağlandı.’ diye duyuruldu.

Beklenen oldu, bütün Türkiye’den Fethullah Gülen’in tuzagına düşenlerin çoğunluğunu Ülkücüler oluşturdular.

Kimileri çocuklarını, kimileri eşlerini, kimileride yaşamlarını Gülen tuzağına kaptırmışlardı.

Yeni Asya cemaatinden Fethullah Gülen’e karşı çıkıldı 

Fethullah Gülen örgütlenmesi, politik alana sürülmesi, onun etkinlestirilmesi, onun değişik çizgilere geçişleri ile ilgili gelişmeler Yeni Asya cemaatincede gözleniyordu. Yeni Asya cemaati kendi üyelerini gizlice Fethullah Gülen Hoca’nın toplantılarına gönderiyorlardı . Çünkü onlar uluslararası gizli güçlerin Türkiye’de bir oyun oynadıklarını düşünüyorlardı.

Yeni Asya cemaatinin önde gelenleri, Fethullah Gülen’e yönelik eleştirileri arttırdı. “Gülen, kendi adını ön plana çıkarmaktaydı, böylece davayı şahsileştirmekte, bir anlamda nefsini putlaştırmaktaydı. Konuşmalarında kendini aşağılaması numaraydı. Mütevazı görünmesine rağmen, enaniyet taşımaktaydı.

Risale-i Nurlar’ın ölçüsünden ayrıldığı için mutlaka bir şefkat tokadı yiyecekti. Kim Nurculara karşı çıktıysa, Nurculuğu bölmeye çalıştıysa, yörüngesinden saptırmaya kalktıysa mutlaka üstadın şefkat tokadına maruz kalmıştı. Fethullah Hoca, Bediüzzamanın, demokratik misyonu destekleyin’ emrine rağmen MSP’lilerle işbirliği yapıyordu. Etrafında hep MSP’liler vardı. Cemaate ait bir Köprü dergisi varken Fethullah Gülen Amerikan dergilerini aratmayan Sızıntı diye bir dergi çıkarmış ve Nurcuların meşveretine uymamıştı.”

*   Sızıntı Dergisi’nin ön kapağında basılmış olan çocuk resminin bir Hristiyan çocuğunun resmi olması cemaatte “Fethullah Gülen, Hristiyanlarla işbirliği mi yapıyor?” düşüncesini de uyandırmıştı.

Yeni Asya cemaati, Fethullah Gülen’in Yeni Asya yayınlarından çıkan Hitabet Çiçekleri kitabını bir daha basmadı. Sızıntı dergisinin okunması, Fethullah Hoca’nın vaaz kasetlerinin dinlenmesi, dershanelere sokulması yasaklandı. İzmir’e, Bornova Camisi’ne, Fethullah Hoca’yı dinlemeye gidenler cemaatçe dışlandılar.

Said-i Kürdi (Nursi) Süleyman Demirel’i onaylamış

Yeni Asya cemaatinde Said-i Nursi hakkında çalışmalar yapan Necmeddin Şahiner’e göre; Said-i Nursi, Demirel’ in başını okşayıp, “-İleride İslamın en güçlü sözcüsü olacak.” demişti.

Necmeddin Şahiner’in “Son Şahitler” dizi kitaplarında da yerini alan bu olay Nurcuları heyecanlandırdı. Söylentiye gore: Süleyman Demirel, çocukluğunda bir büyüğü aracılığıyla Isparta’da sürgün bulunan Said-i Kürdi (Nursi)’yi görmeye gitmişti. Said-i Kürdi (Nursi) küçük Süleyman’ın başını okşamış, “Bu çocuk ileride İslamın en güçlü sözcüsü” olacak demişti. Sözde bu sözden başka bir sözü de vardı Said-i Kürdi (Nursi)’nin. “Isparta’dan biri çıkacak, İslam’ı savunursa şerefli, savunamazsa şerefsiz olacak” anlamında, bu sözü diğeriyle birleşince, göstergenin Demirel’e doğru olduğu düşünüldü. Söylentilere göre, Said-i Kürdi (Nursi) bile Demirel’i bugünler için göstermişti. Demirel, kamuoyuna karşı ne kadar laik görünse de, Nurcularla yaptığı özel görüşmelerinde, özellikle Bekir Berk’e, aslında İslamdan yana olduğunu, Said-i Kürdi (Nursi)’nin öğrencisi olduğunu söylemişti. Ne zaman Demirel’in yanına gitseler, masasında Said-i Nursi’nin kitapları vardı. Demirel söz, söz Risale okumaktaydı. Bir keresinde Demirel, “-Hükümette niye bir Nurcu arkadaşımız bakan olarak görev almıyor?” diye sorulduğunda, “-Ben varım ya, yeter.” demişti.

Nurcuların kendi aralarında dolaşan dedikodularla   Necmeddin Şahiner ile Said-i Kürdi (Nursi)’nin Demirel için söyledikleri birleşti. Böylece AP ile Demirel’i desteklemekte ne kadar dogru yaptıklarına çokca inandılar. Fethullah Gülenciler’i de bu sezim ile dışlamışlardı.

Demirel yurtları Nurculara bırakıyor (1975-1980)

Süleyman Demirel’de Alparslan Türkeş gibi bazı öğrenci yurtlarının yönetimini Nurculara bırakmıştı. Bu yurtlarda doğrudan silahlı Nurcular konuşlanmışlardı.  Buna en çarpıcı örnek olarak İstanbul, Kızılelma cad. eki Isparta yurdunu verebiliriz. Yurt Ispartalı öğrencilere açık olması gerekirken, müslüman ancak içlerinde Kürtçüleride barındıran Bitlisliler’e verilmişti.

Ülkücü Nurcu Çatışması

Bu duruma dur demek isteyen Ülkü Ocaklılar, yurdu 1978’de bastılar. Olaylarda baskın yapanlardan Murat Ş. yaralanmış, ancak arkadaşları onu yaralı olarak kaçırmayı başarmışlardı. Olaydan birkaç ay geçtikten sonra olaylarla ilgili Haznedar Ülkü Ocakları’ndan L. U. Murat ile Mehmet tutuklanmışlardı. Olayda yurt yöneticisi islamcı-Kürtler’den Ahmet T’de vurulmuştu.

Fethullah Gülen, Yeni Asya cemaatinin kendine yönelik çıkışlarını önemsemedi. Çünkü ne o cemaatten, ne Süleymancılardan kendilerine bir yarar vardı. Üstelik de Yeni Asya, yıpranmaya, gerilemeye başlamıştı.

Fethullah Gülen, gençlere MHP’nin başındaki AlpArslan Türkeş’in onayıyla, islamcı tabanada MSP’lilerin kuruluşlarıyla ulaşmayı amaçlamıştı. O günlerde ne ülkücü taban nede Milli Görüş’ün tabanı onun CIA’dan destek aldığını görememişlerdi. Fethullah Gülen, görünüşte yoksul, okuyamamış bir Anadololu imamı idi. Ancak o bu yolda sessiz, derinden ilerlemesini sürdürmekteydi. En büyük gücü, arkasında bulunan büyük bir devletin desteği ile yönlendirmesinden kaynaklanıyordu. Bir ilkokul diploması bile olmayan bir kişinin, salya-sümük ağlaması, düşünde peygamberlerle görüşmesi, gözyaşları dökmesiyle, sürekli ülkücü yapıdaki kişileri övmesi, komunist karşıtı söylemleri etkileyici oluyordu.

Fethullah Gülen CIA desteği ile Yeni Asya’ya karşı dik duruyordu.

Yeni Asya cemaati gibi, Fethullah Gülen’in kendi cemaati de artık kamplara, dershanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi olan akçaya (para) erişmişti. Yeni Asyacılar gibi Nurcuların ayrıca bir örgütlenmesini gerçekleştirmişti. O cemaatten tek ayrıcalıgı, Yeni Asya’yı bir birlik (heyet) yönetirken, cemaati Fethullah Gülen tek başına yönetmekteydi. Artık o, günü gününe yükselmekte olan bir yıldızdı. Üstelik gizli olarak devletten aldığı destekle istediği gibi konuşabiliyordu.

Devlet Fethullah Gülen’in elini yudu, Fethullah Gülende ayaga durup devletin elini yudu.

Yeni Asya cemaatinde ise cemaatin başındaki etkili kişileri, ancak cemaatçi olanlar bilmekte, kamuoyu onları tanımamaktaydı. Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da açıkça ilan etmeye başladı. 1977’de, yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirdi, “İslamda boykot yoktur” diye konuşarak boykotu kırdı böylece gücünü gösterdi. Devletten aldığı desteği geriye ödüyordu.

Alışılmış Nurcu ve Süleymancı söylemlerine hiç okşamayan, siyasetten uzak, yalnızca İslamı ile sahabe yaşantısını anlatan konuşmalar yapan Fethullah Gülen, Ülkü Ocakları’nın yurtlarında, evlerinde yetiştirilmiş ülkücülerin övgüleriyle, ayrıca bazı MSP’lilerin  katkılarıyla ortaya bir kurtarıcı olarak çıkarılmıştı. O dönemde Fethullah Gülen’in konuşmaları özellikle ülkücülerin ellerindeki yurtlarda elden ele dolaşıyordu. Onun ağlaması, kendisini yerlere atarak, baygınlık geçirmesi, dinleyenleri etkiliyordu.

CIA Fethullah Gülen’e bir yandan güç, öbür yandanda yeni görevler veriyordu.

MHP’den Alparslan Türkeş ile MSP’den Erbakan’ın tam desteğini alan, başka cemaatlerden de yandaş kazandığını gören, arkasındaki destege güvenen Fethullah Gülen,  Yeni Asya cemaatinin özellikle siyasi konuda çekimser oluşu yüzünden yıprandığını öne sürerek, artık kendisinin onlardan bağımsızlığını açıklamasının gününün geldiğini anlamıştı.

Fethullah Gülen Yeni Asya Cemaatinden Ayrılıyor

Yeni Asya’yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini Yeni Asya cemaatinden ayırdı. Yeni Asya cemaatinden bazı dershaneler de Fethullah Hoca’nın yanına geçince büyük bir şaşkınlık yaşandı. Yeni Asya cemaatinde tam bir şaşkınlık göründü. Gizli bir el, Fethullah Gülen Hoca’yı yükselttikçe yükseltiyordu.

Öbür yandan, Said-i Nursi hakkında çalışmalar yapan Necmeddin Şahiner, çok önemli bir gerçeği bulup çıkarmıştı. Said-i Nursi, Demirel’in başını okşayıp, “İleride İslam’ın en güçlü sözcüsü olacak” demişti

Fethullah Gülen-Necmettin Erbakan birbirleri ile itişip-kakışmaya başlıyorlar

Fethullah Gülen Hoca’nın gözü yaşlı vaazları çok etkili oldu. Artık, Sızıntı dergisi’nde oluşan yazarları vardı.  MSP’lilerin derneklerinin desteği de buna eklenince Fethullah Gülen ve cemaati, etkili bir cemaate dönüşmeye başladı.

Fethullah Gülen CIA’nın verdiği görevleri yapabilmek için, içli-dışlı olduğu MHP ile MSP’dende azıcık uzaklaşarak, bütün Türkiye’yi ileridede bütün müslümanları kucaklayabilmeliydi.

Yeni Asya cemaatinden kopan, ama MSP’nin gölgesinde kalan Fethullah Gülen cemaati, bu çıkışlarla cemaatler arasında üçüncü sıraya yükseldi. Fethullah Gülen günden-güne etkisini arttırdı. Yeterince güçlendiği inancına varınca MHP ile MSP’lilikten kurtulması gerektiğini düşündü.

MHP ile MSP’lilerin desteğiyle cemaatin kazandığı gençlerin bir kısmında artık MHP’li yada MSP’li olmak ikinci sırada kalmıştı. Onlar artık MHP’li değil, Fethullahçıydı. MHP, MSP ile Yeni Asya kesimlerinden Fethullah Hoca’nın cemaatine geçmiş olanlar, artık yeni bir cemaati oluşturmaktaydı. Yeni Asya’da zaten görünür bir öncü yoktu, ama MSP’lilikten gelenlerin gözünde Fethullah Hoca, Erbakan Hoca’nın yerini almaya başlamıştı.

Bu duygular gelişince Fethullah Gülen kendi birliğini kuruyor

İçten içe MHP ile MSP’den kopanlar, yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dershane sorumlulukları gibi çekirdek görevlerden alınmakta, onların yerlerine kendisini yüzde yüz Fethullahçı olarak gösterenlere görev verilmekte idi.

Fethullah Hoca “mesih” mi oluyor?

Çoğu kimse bu dönüşümün bilincinde değildi. Yapılan değişiklikler “hizmette nöbet değişimi” olarak sunuluyor, öyle de değerlendiriliyordu. Ancak bir süre sonra MSP’liler uyandılar. Bu yüzden ortaya “MSP’lilik- Fethullahçılık” tartışmaları çıktı.Tartışmalarda ilişkiler, söyleşiler yumuşaktı, incelik öne çıkmaktaydı, yapılan çıkışlar gönül alarak yapılıyordu.

Sözde Erbakan bir parti başkanı, Fethullah Hoca ise bir mürşitti. Böyle olması gerekliydi. Buna rağmen, Fethullahçılar alttan alta “Fethullah Hoca’nın konumu tartışılmaz” düşüncesini yayıyorlardı. Erbakan bir parti başkanı, ondan öte anlamı olamazdı. Eleştirilecek yanları çoktu. Sonra islama göre MSP’li olmak bir gereklilikde değildi. Siyaset yerine başka “hizmetler” yaygınlaştırılmalıydı.

Hizmet için, Erbakan gibi devlete karşı olmak doğru değildi. Tam tersine devletten yana olunursa çabuk yol alınırdı. Bu düşüncede olan Fethullah Gülen, Şubat 1980’de devletten yana olduğunu gösteren bir konuşma daha yaptı. Anarşist ve terörist olarak nitelendirdiği kişileri devletin asker ile polisine bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını belirtti:

İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriye duysun. Polise, askere kurşun sıkan hainlere mahkemelerde ceza verilmezse ne devlet kalır ne de millet.”

Bu Açıklamalardan, Fethullah Gülen’in MİT’e Calıştığı Anlaşıldı.

Bu sözler MSP’li taban tarafından tartışılmaya başlandı. Fethullah Hoca’nın devlet ajanı olduğu şüpheleri yaygınlaştı. Bu tür tartışmalar bütün toplumda, bütün derneklerde uzun bir süre kapalı devre sürdü.

Fethullah Gülen artık bir güç olduğunu hissettiği ve MSP’li damgasından kurtulmak zamanı geldiğine inandığı bir dönemde, 24 Haziran 1980’de yaptığı bir vaazda adını anmadan MSP’yi ve MSP’nin yayın organı Milli Gazete’yi eleştirince, kapalı devre süren tartışmalar açığa çıktı. Fethullah Gülen, “Cüppeyle, sarıkla bu işler olmaz, paçavra gibi bir gazeteyle bu iş yürümez” demişti.

MHP’nin sessizligi, MSP’lilerin katı tepkisi göründü.

O dönemde MSP’li gençliğin bir kısmında cüppe ve sarık giyme modası yaygınlaşmıştı. Özellikle Fatih Çarşamba’daki Mahmut Efendi’nin tarikatına bağlı MSP’li gençlerde sarık-cüppe gösterişe dönüşmüştü. Fethullah Gülen, bu durumu eleştirerek MSP’ye karşı çıkmıştı. Bu belki de onun ilk büyük yanlışı oldu. Çünkü cemaatinin bir kısmı MSP’lilikten henüz kopmamıştı. Kırsal kesimde onu dinleyenler ile dinletenlerin bir kısmı MSP’liydi. Yurtlarda, dershanelerde okuyan öğrencilerin çoğu ve özellikle onların anneleri ve babaları ya MSP yada MHP’liydi. Tepki Fethullahçıların beklemediği kadar büyük oldu. Cemaat neredeyse ayağa kalktı. Örgütlenme işinde başarılı olan MSP’liler bir anda Fethullah Hoca ile cemaatini sarstılar. MSP’liler, müftülüklerde, cami avlularında herkesi toplayıp Fethullah Gülen’in konuşmasını islamcı tabana dinlettiler. Dinleyenlerin büyük bir bölümü, o güne deyin Fethullah Gülen’e yakınlık duymuş olsada ”Tuu rezil, Allah seni kahretsin!..” diye yere tükürüp homurdanıyorlardı.

Demek Fethullah Gülen de AP’liydi, diğer Nurculardan farkı yoktu. Bunca arkasında durdukları Fethullah Hoca’nın MSP’ye çatması bir albastılıktı (şeytanlık). O da bir mason uşağıydı. Fethullah Hoca’ya gönül veren azınlıktaki insanlar ise o güne kadar Fethullah Hoca’yı seven bu kesimin katı tepkisi karşısında süklüm püklüm oluyor, yanlarından uzaklaşıyordu.

Buna karşı MHP’liler, sessizdiler, o konuda partinin yönetiminden bir açıklama beklediler, oda olmayınca suskun kaldılar. Çünkü artık pek çok dernek yöneticisi Gülen tarikatına girmişti. Bu durum sonraki yıllardada MHP’nin başını ağrıtmayı sürdürecekti.

Yeni Devir gazetesi de Fethullah Hoca’yı eleştiriyor

MSP’lilerin öfkesi o kadar büyüktü ki, Fethullahçılar Sızıntı dergisinin kengzesine (bürolarına) gelemez oldular. Dershane çalışmaları bile iptal edildi. Üstelik MSP’li gençler ile aydın kesimin okuduğu Yeni Devir gazetesinin arka sayfasında Fethullah Hoca’nın o konuşmasını eleştirince ipler aşırı biçimde gerildi. Cemaat büyük bir tokat yemiş, artık iyice azınlıkta kalan, Fethullah Hoca’nın yanlış anlaşıldığını düşünen Fethullahçılar dışarıya bile çıkamaz olmuşlardı. MSP’lilerle karşılaştıklarında, onların kızgın çıkışlarına uğramamak için yollarını değiştirmekteydiler.

İş bu duruma gelince, olay kaset bir buyrukla toplatıldı. Elden ele dolaşan kasetler bir anda toplatılmış, yok edilmişti. Bir süre sonra Fethullah Hoca’yı eleştirmek için sagda-solda o kaseti arayanlar bulamaz oldular.

Bu olay, Fethullahçılarla MSP’lilerin ilk gerginliğiydi. Bu sürede Fethullahçılar, MSP’lilerin kızgınlıkları ile görülmedik tepkisi yatışsın diye, uykuya yattılar. Bu süreç içinde kendilerini bu duruma getiren MSP’lilerin büyük bölümünü, bazı müritlerini de kaybettiler. Uykuya yatma sürecinde, yaraları sarmak için sessiz kaldılar, olayın unutulmasını beklediler. Eleştirileri ve saldırıları sessizlikle karşıladılar, sert tepkileri sineye çektiler.

Fethullahçılar, “Fethullah Hoca yanlış anlaşıldı” veya “Haklısınız, hoca yanlış yaptı, maksadını aşan bir konuşmaydı; kendisi de anladı, kasetleri piyasadan çekti” biçiminde konuşarak yanlışı benimsediler.

Bu konuşmanın zaten onlara bir yararı da olmamıştı. Büyük bir cemaat olan Yeni Asya, ağırlığını ile etkinliğini sürdürüyordu. Fethullah Hoca cemaatindeki bu olumsuz gelişme, Yeni Asyacılarca Risale-i Nur’a yapılan albastılığın (seytanlık) bedeli olarak görüldü. Bediüzzaman’ın amacının dışına çıkan, şefkat tokatını yemekten kurtulamamaktaydı. İşte Fethullah Hoca’da çok güvendiği MSP’lilerden büyük bir tokat yemişti. Yeni Asyacılar, Fethullah Hoca ile MSP’liler arasındaki sorunlara sevindiler. Bu gelişmeyi Fethullah Hoca’nın MSP’li damgasından kurtulması olarak yorumlamadılar. Onlara göre Fethullah Gülen, büyük bir tokat yemişti, kendilerine yaptığı gibi MSP’lilere de oyun oynamıstı. Artık sürekli küçük bir tob (grup)  olarak kalacak, ileride de yok olup gidecekti.

Yeni Asyacılar bu olaydan sonra Fethullah Hoca ile yandaşlarının MSP’lilerle arayı bulmak için uğraştıklarını da gözlediler. Fakat MSP’liler serttiler, başkanlarını, gazetesini eleştireni dışlıyorlardı. Fethullah Gülen’in MSP’lilerden kisileri kopararak, yeni bir güç oluşturma çabaları yaralanmıştı.

MSP ile yeniden anlaşma çabası  

MSP’lilerin kızgınlıkları ile tepkileri bir süre sonra yatıştı. Çoğunluğu, Fethullah Hoca’yla ilgisini kesti. Bir kısmı “-O da bir kişi, yanlış yapmıştır. O kasetleri de yok etti, üzülmüş olduğunu gösterdi. Ne olduysa oldu, Fethullah Hoca kaybedilmemeli” diyordu. Fethullah Gülen ile yandaşları de, kendilerine anlayışlı yaklaşan  MSP’liler de, geçmişte kalan bu sorunu hiç olmamış biçimde benimsemeye çalıştılar. İki yaka da birbirlerini kazanmak düşüncesiyle birbirlerine yaklaşıyorlardı. Bu yöntem  MSP’nin temel anlayışlarından birisiydi. MSP yönetimi, Fethullah Gülen’e karşı açıktan saldırı başlatmamıştı. Erbakan da, açıktan Fethullah Gülen’i eleştirmemişti. Taban bu konuda başka cemaatler ile MHP’ye karşıda savaş verirken Erbakan ve parti yönetimi bu konularda ağızlarını açmıyordu.

1977 seçimleri

MSP’liler, daha çok dernekleşmekle, yandaş kazanmayla ilgiliydi. CHP-MSP işbirligi (koalisyonu) dağılınca onun yerine Süleyman Demirel’in başbakanlığında Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti kuruldu. MSP’de MC hükümeti içinde yer aldı. 1977 seçimleri sağ cephe için tam bir hayal kırıklığıydı. CHP oyların yüzde 41.8’ini alarak tarihinin en büyük başarısını gösterdi. Ecevit’in tek başına hükümet kurmak için 11 milletvekili eksiği vardı. AP’den 11 milletvekiline bakanlık verilerek katılımları sağlandı. Böylece CHP hükümeti kuruldu.

İktidardaki CHP, iki sene içinde büyük güven yitirdi. 1979 ara seçimlerinde CHP 5-0 yenildi. Bu başarısızlık üzerine Ecevit istifa etti. Süleyman Demirel, bu kez MSP’nin desteğiyle azınlık hükümeti kurdu. MSP, 12 Eylül’e deyin, AP’ye verdiği isteksiz ‘kerhen’ desteği sürdürdü. Bu süre içinde eskisi gibi cemaatlerden yoğun eleştiri almadıkları için, zamanlarını daha çok teşkilatlanmaya, örgütlenmeye ayırdılar.

Erbakan: Kadayıfın altı kızaracak

Bu dönemde Erbakan, Demirel’e dışarıdan verdiği destek sırasında kadayıfın altı kızaracak gibi deyimleriyle de Türkiye’nin gündemindeki yerini koruyordu. Erbakan, 1980 yılı bütçe konuşmalarında yeniden doğdu. Uzun, güldürücü konuşmaları yurttaşların dilindeydi. Kamuoyu onun konuşmalarını ilk kez TRT’den canlı yayında izlemişti. Batılın gözyaşları, Siz birbirinize yıkıntı ile üzüntüden başka bir neme (şey) bırakmazsınız, İki yıl önceki Demirel mi akıllı, bugünkü Demirel mi akıllı?, Köşeyi döneceksiniz, merak etmeyin köşeyi döneceksiniz, ama uçurumdan aşağı giden köşeyi döneceksiniz gibi sözleri toplumun dilindeydi. Onun bu konuşmaları tabanını çok coşturmuştu.

1979’da İran’daki İslam devrimi de MSP kitlesine heyecan katan önemli bir olaydı. İran gibi bölgedeki Batı yanlısı bir ülkeye İslam hâkim olmuştu, sıra Türkiye’deydi. İranlı yazarlar, özellikle Ali Şeriati , MSP’li gençlerin, radikal kesimlerin en çok okuduğu yazardı.

Konya yürüyüşü

MSP’nin iktidara yürüdüğü, gün geçtikçe büyüdüğü, MSP’lilerin ortak görüşüydü. MSP’nin mitingleri de çok görkemli olmaktaydı. Sıvas ve Konya mitinglerinde yüz binler meydanlara dolmuştu. Özellikle Konya mitinginin benzeri o zamana kadar görülmemişti. Gençlik kesimi, İran’da Humeyni, Türkiye’de Erbakan, Şeriat gelecek, vahşet bitecek, Erbakan komutan, akıncı asker sloganları atmışlar, İstiklal Marşı okunduğunda da yere oturmuşlardı. Bu güne deyin sorgulanmayan bir olayda bu yürüyüşe Necip Fazıl Kısakürek’in devşirdiği Büyük Doğucu bazı ülkücülerin katılmış olmalarıydı. Bu mitinge katılanlar, MSP’nin artık iktidar olma işini bitirdiğini düşünüyordu. Artık iktidara bir adım kalmıştı. Ama 12 Eylül günü uyandıklarında, Türkiye’deki bütün yurttaşlar, ordunun Türkiye’nin yönetimine el koyduğunu gördüler. MSP ile MHP için gelecek bitmişti.

Bütün yurttaşlar için yeni bir yaşam başlayacaktı… 12 Eylül subaylar yönetimi, solcular la ülkücüler için kara günler getirecekti. İslamcılara çeki düzen verilerek, 12 eylül öncesi gizlice desteklenen Fethullah Gülen tarikatı artık açıkça desteklenecek, buna ek olarakda ABD’nin öngördügü biçimde “YUMUŞAK İSLAM geliştirilecekti.

Agustos 1987’de ders verdiği öğrencilerine yaptığı konuşmada “Alparslan Türkeş ile görüştüğünü, Türkeş’ten cemaatini şeriat doğrultusunda yetiştirmesini istediğini, onun da Kabul ettiğini” açıklamıştır.

(Nedim Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve cemaat, 40)

1992 yılında MÇP’den ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarına giren Muhsin Yazıcıoğlu’na maddi ve manevi destek vermiştir.

(Nedim Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve cemaat, 41)

Gülen’i güçlendiren ortam yaratıldı:

Fethullah Gülen’in vaaz verdiği Bornova Camisi’ne gelenlerin karşılaştıkları manzara şuydu: Cami, Türkiye’nin dört bir yanından gelenlerle dolup taşıyordu. Fethullah Hoca gözyaşları içinde konuşuyor, cemaate bağlı bazılarıda birlikte ağlıyordu. Burada bulunanların çoğu ülkücü kökenli kişilerdi. Artık Türkeş’in beklemedigi işler olmuştu. Yıllardır onun arkasından giden, üstelik dernek başkanlığı yapmış olan Muhsin Yazıcıoğlu, birçok ülkücü kendi derneklerini yönetmekten uzaktı.

Bu görüntü, cemaatin her zaman uyguladığı bir oyundu. Caminin değişik köşelerine dağıtılan kalabalığa karıştırılmış cemaat mensupları ağlama görevini üstlenmişlerdi. Fethullah Gülen konuşmasına başladıktan kısa bir zaman sonra ağlamakla görevli bu kişiler, bulundukları yerlerden Allah!.. diye bağırıyor, kimileri herkesin duyacağı şekilde ağlıyor, kimileri de kendilerini yerden yere atıyordu. Kürsüde Fethullah Hoca, “-Ben acizim, ben hiçbir şeyim, benim başımı koparsınlar.”gibi sözlerle kendini aşağılayarak, ağlayarak, bazen kendinden geçerek, ayılıp, bayılarak, bazen elindeki Kur’an-ı yere fırlatarak konuşmaktaydı.

Ağlayıp, kendini yerlere atanlardan bazılarının, cemaati yarıp, “-Peygamberimizi gördüm, vallahi gördüm, hocamızın yanında oturuyor.” diye haykırarak Fethullah Hoca’nın yanına gidip ağlaması en dayanılmaz gösterilerdendi.

Fethullah Hoca’nın bu durumu ile cemaatin içinde ağlamakla görevli kişilerin bağırıp çağırmaları, uğuldayarak ağlamaları, bazılarının kendilerini yerden yere atmaları camiye yeni gelenleri şaşkınlıga  düşürmekte, apayrı bir dünyanın içine sokmakta ve etkilemekteydi. Bu ortamda yeni gelenlerden de ağlayanlar, Fethullah Hoca’ya hayran kalıp bağlananlar oluyordu. Dinleyicilerin çoğu artık Fethullah Gülen’in kulu kölesi olmaya razıydı. Bu dava için ne isteniyorsa yapmaya hazırdı. Camiye gelenlerin çoğu zaten çeşitli cemaatlere mensup olduğu için çabuk etkileniyorlardı. Fethullah Hoca’yı birkaç kere dinledikten, okullarda okuyan öğrencileri, askeri okullara giren talebeleri gördükten, ileride orduda Fethullahçı generallerin olacağını, Türkiye’yi Müslümanlaştıracağını duyduktan sonra Fethullahçı oluyorlardı. Partilerini ve cemaatlerini ikinci plana atarak, artık Fethullah Hoca oluşumunun  içinde yer alıyorlardı. Cemaate kazanılanlar, başkalarının da kazanılması için çaba göstermeye başladılar.

Para toplamak için yapılan gösteriler

Camide Fethullah Gülen’i dinleme aşamasını geçtikten, Fethullah Gülen müridi durumuna getirildikten sonra bazı kişiler için yapılan ayrı bir toplantı vardı.

Az sayıda kişilerle düzenlenen bu toplantıda Fethullah Gülen konuşma yapıyor, cemaatin “hizmet”lerinden, neler yapılacağından söz ediyordu.

Daha sonra esas meseleye geçilirdi. Hizmet için paraya gerek vardı, uzakta bir yerde yurt açılacaktı ama para eksikti, bunun için para gerekliydi.

Toplantıya dahil olan tobdan (gruptan) biri çıkıp ”Hizmet için ne önemi var, benden 1 milyar” derdi. Başka biri 5 milyar, bir diğeri 10 milyar. Bunca kişi ellerini ceplerine attıklarına göre, toplantıya yeni katılan zengin ya da zenginler de ellerini ceplerine atacaklardı.  Onların dışındaki kişilerin söylediği para tutarları, bu yeni katılanları etkilemek içindi. Yeni katılanlar da o ortam içinde beş, on milyar çek kesip verme zorunluluğunu hissederlerdi. Bu yolla büyük bir para akışı sağlandı. Cemaat iyice varlıklı oldu, saray gibi yurtlar, ihtişamlı dershaneler yapıldı, ardı ardına ışık evleri açıldı. Cemaat, Şubat 1978’de, meşhur ağlayan hristiyan bir çocuk resmiyle yayına başlayan ve Sızıntı adını taşıyan dergiyi çıkardı. Derginin adı, cemaatin temel felsefesini yansıtmaktaydı. Fethullah Gülen cemaatinin temel felsefesi her tarafa sızmaktı. Devlete, orduya, kurumlara, partilere sızılacak, bir süre sonra oralarda yönetici olunacaktı. Başyazılarını Fethullah Gülen’in yazdığı Sızıntı dergisi içerik olarak TÜBİTAK dergisinin Müslümanlaştırılmış haliydi. Fizik, kimya, astronomi gibi konular ön plandaydı. Örümceklerin yapısı, uzayda karadelikler gibi konular işlendi. Amerikan dergilerden alınan ilginç resimler, güzel manzaralar yayımlandı ve bu resimlere Fethullah Gülen’in sözleri yazıldı. Nurcular bu  resimlere, yabancı kartpostallara Said-i Nursi’nin yazılarını yazarlardı. Fethullahçı kesim ise, Sızıntı’da Said-i Nursi’nin yerine Fethullah Gülen’in yazılarını bu biçimde yayımlamaya başladı.

Cemaate ait yayınevleri kuruldu. Kurulan yayınevlerinde Fethullah Gülen’in konuşmaları, Sızıntı’da yazdıkları biçik (kitap) olarak bastırıldı.

20 ekim 1991 de yapılan genel seçimler öncesi MÇP’ye 3,5 milyar vermiştir. (Necip Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen, s.40)

CIA’nın desteğini almış olan Fethullah’a Alparslan Türkeş desteğini esirgemedi.

Fethullah gülen’in gazetelerinden biri olan Zaman’da çıkmış bir haber Alparslan Türkeş ile Fethullah Gülen’in arasından su sızmadığını bizlere gösterecekti.

 

”Hoca efendi Milletin gönlünde taht kurdu ”

YEŞİL KUŞAK ORTAKLIĞI

 

MHP lideri Türkeş, “Şahsi malı olarak bir tek dikili ağacı bulunmayan, kendini ilme ve ilmin yayılmasına adayan memleketimizin manevi dinamiği olan Hocaefendi’nin Avrupa’dan Yakutistan’a kadar olan çalışmaları her manada takdire şayandır.” dedi.

 

MHP lideri Alparslan Türkeş, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin isminin 58 kişilik listede yer almasının iz’an sahiplerince hiç bir mâna ifade etmeyeceğini söyledi. Türkeş, “Hocaefendi Türk milletinin gönlünde hak ettiği yeri almıştır. Hiçbir zan veya iftira bu yeri sarsamaz.” dedi.

 

Türkiye’nin hak ettiği huzur ortamına kavuşması için Hocaefendi’nin elinden gelen gayreti gösterdiğine değinen Türkeş, Hocaefendi’ye yapılan bu saldırının arkasında art niyetin ve art niyetli kişilerin olduğunun meydanda olduğunu kaydetti.

 

MHP lideri Türkeş şöyle devam etti: “Şahsi malı olarak bir tek dikili ağacı bulunmayan, kendini ilme ve ilmin yayılmasına adayan memleketimizin manevi dinamiği olan Hocaefendi’nin Avrupa’dan Yakutistan’a kadar olan çalışmaları her manada takdire şayandır. Böyle muhterem bir zatın nereden geldiği belli olmayan 58 kişilik bir listede isminin geçmesini veya böyle bir listeye eklenmesini esefle kınıyoruz, listede böyle bir ismin varlığına inanmıyoruz.”

 Buda Hüseyin Feyzullah’ın CIA’nın buyruğu ile FETÖ’yü desteklediğini gösteren bir belgedir.

(29 Ocak 1997 / Zaman Gazetesi haberi)

Milliyetçi hareket partisi genel merkezinin yayınladığı Alparslan Türkeş imzalı biz yazı Fethullah Gülen’e övgüler düzülüyor.

 

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi

Tarih: 09/01/1997 Sayı: Özel

Çok Muhterem Fethullah GÜLEN Hocaefendi Hazretleri’ne,

Efendi Hazretleri,

Zat-ı âliniz, milletimizin hayatında çok yararlı hizmetlerin yapılmasını sağlamış bulunmaktasınız.

Yetiştirmiş olduğunuz ilim, irfan ve fazilet erbabı kadrolarla milletimizin muhtaç bulunduğu geniş bir eğitim seferberliğini telkinlerinizle başlatmış ve başarı ile devamını temin etmiş bulunmaktasınız. Toplumların her alanda kalkınmalarının temel şartı olan manevî uyanışın ve yükselişin öncülüğünü yapmış bulunmaktasınız.

Barışı, hoşgörüyü ve kardeşliği esas alan öze dönüşü, uzay çağına yükselişi başlatmış durumdasınız. Kanada’dan Yakutistan’a, Moğolistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar her yerde açılmış bulunan okullar ve üniversiteler millî kültürümüzün ve millî, manevî değerlerimizin bütün insanlığa yöneldiğini göstermektedir. Faziletli hayatınız, hiçbir maddî menfaate tamah göstermeyen karakteriniz size karşı halkımızda büyük bir güven uyandırmıştır. Yalnız Allah rızasını hedef alan gayretleriniz, birkaç yüzyıldan beri kaybettiğimiz eski dünyamızı yeniden fetih mahiyetindedir.

Susurluk olayı bahane edilerek zat-ı âlinizin temiz isminin gölgelenmek istenmesi çok üzücü olmuştur. Fakat hem milletimiz sizi tanıyor, hem de dünya sizi tanıyor. Kötü niyetlilerin bir şey yapmaları mümkün değildir.

Nazik teşekkür mektubunuza çok teşekkürler ediyorum. Gerçeği söylemek bizim vazifemizdir. Sözü edilen beyanat, doğruyu küçük bir ölçüde kamuoyu önünde açıklamaktan ibarettir.

Cenabı Hak’tan size sağlıklar ve hayırlı uzun ömürler ihsan etmesini ve böylece başlatmış olduğunuz güzel gelişmelerin tamamlanmasını niyaz ediyorum.

Mahsus selam, sevgi ve saygılar sunuyorum.

Alparslan TÜRKEŞ

 

YENİDEN MHP – NURCU TARTIŞMALARI:

CIA destekli Fethullah Gülen ile Türkeş’in sıcak akçalı işleri, Türkeş ölene deyin sürüp gitti. Ancak Türkeş’in ölmesi ile “Türk-İslam Ülkücülüğü” adlı kirli, yamalı bohça açılıverdi. Yeni MHP yönetimi ABD ile gizli kapaklı kırıştırmayı istemiyordu. Ancak ABD’de artık kendi yolunda MHP’siz yürümeyi yeğliyordu.

MHP tabanı Türkeş’in dönemindeki içi boş Türk Kurultayları’nın bıçak keser gibi durmasını bir türlü anlayamıyordu. Türkeş dönemindeki Turancılık için perde arkasında doldurulan torba artık boştu …

Gelelim, Türkeş sonrası MHP’nin durumuna; MHP artık Türk-İslam Ülkücülüğü (YEŞİL KUŞAK) heybesini taşımak istemedi. MHP, Türkiye’yi kucaklayan, yasalara dayalı bir uğraş içinde olmak istiyordu.

Bu durum, ülkücülükten cebini dolduranlar ile ülkücüleri “Allah rizası” deyip çıkarları için kullananların işlerine gelmedi.

En başta Pennsylvenia: (http://www.fetullahgulen.org/foto’s.html) “ADI ‘KAMP’ Gülen’in, Manhattan’a 140 km. uzaklıkta, Saylorsburg ilçesinde yaşadığı uçsuz-bucaksız çiftliğe “kamp” deniyor. Çünkü burada Gülen’e bağlı istihbaratçılar yetiştirilmektedir. Burası CIA’ca korunuyor. Amerika’ya 21 Mart 1999’da gelmişti . New Jersey’de gizli görüşmeleri için kullandığı evler dışında, aşağı yukarı 10 yıldır burada
bulunan villalar, 1993’te yakın arkadaşı Necdet Başaran adına satın alınmış. Golden Generation (Altın Nesil) Vakfı adına, Türkiye’den gelecek eğitimci, polis, istihbaratçılara, öğrencilere burada örgüt içi eğitim verilmesi için, ayarlanmış, ancak Fethullah Gülen başına gelecekleri, bir gün sorgulanacağını görerek yerini önceden ayarlamış.”

Penensuellada CIA’nın villasında yaşayan Fethullah Gülen, Devlet Bahçeli’nin ipini çekti. Tarikatçı, tekkeci olan Türkeş’in askerleride Gülen’e uydular, ancak Amerika’nın dediklerini yapacak bir derviş’i Devlet Bahçeli’nin  yerine getiremediler. Bir türlü Devlet Bahçeli’yi yerinden indirmeye güçleri yetmedi. Son olarak, parti içinde yer almış kendileri gibi Türk-İslam Ülkücüler’ini (kendi arkadaşlarını) gizlice kadınlarla sevişirken çekim yaparak ortaya çıksalarda olmadı, olamadı, Bahçeli bir türlü alt edilemedi.

Tartışmalar büyüdüde büyüdü. Fethullah Gülen sert kayaya çarptığını anladı. Artık kapalı yollarla seks kasetleri ile MHP’yi (Devlet Bahçeli) dize getirmek istedi. Ancak bu kerede Cumhuriyetçi kesim Devlet Bahçeli’ye arka çıktı. Fethullah Gülen, en son olarak bundanda sinsi bir yolla Devlet Bahçeli’yi devirmek için çalışmalarını sürdürmektedir.

Son yıllarda gözle görülür biçimde AKP ile anlaşarak, Fethullah Gülen yönetiminde, MİT’in de desteğiyle Yeni Osmanlıcılar, İBDA’cılar, Türk-İslam Ülkücüleri, Ümmetçi Ülkücüler, tarikatçı ülkücüler, Nurcu Ülkücüler MHP’ye (Devlet Bahçeli) karşı savaş açtılar. Bu üfürükçü yapmacık, YEŞİL KUŞAK ülkücülerinden bazılarını aşağıda görebilirsiniz.

Önce ülkücü idiler, sonra üfürükçü oldular.

Servet Turgut Van göçmeni
Servet Turgut Van göçmeni
   
   
 

MHP yayın kuruluşlarından alıntılar.

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜ olayını iyi anlatabilmek için bir örnek sunalım:

YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜ Hasan Yesildağ kimdir?

Hasan Yeşildağ, 1980 öncesi Ülkü Ocakları’nın Anadolu yakası Bölge Başkanı idi. 1979 yılında Maltepe Askeri Cezaevi’nde Mehmet Ali Ağca ile birlikte idi. Hasan Yeşildağ, kişi öldürme, soygun, hırsızlık olaylarından yargılanmakta idi. Ancak Hasan Yeşildağ namaz kılan, oruç tutan birisiydi. Onun ülkücülüğü: Allah Yolunda savaşmayı (Cihad) gerektiriyordu. Said-i Nursi, Fethullah Gülen onun için birer kurtarıcı idiler. Ona göre ülkü ocakları bir dernek deyil, bir dergah idi.

Tutukevinde görevi: içerde yatan koğuşdaşları ülkücülerin namaz kılıp kılmadıklarını gözetmek, kılmayanları uyarmak, kılmamakta direnenlere işkence ile namaz kıldırmaktı.

Onun cezaevindeki en yakın arkadaşı Tevfik Ağansoy, Mehmet Ali Ağca ile Tarikat ehli ülkücülerdi.

Onu tutukevinde tanımış olan ülkücüler, yüzde yüz şaşırıyorlardı. Çünkü o bir ülkücüden çok bir Hizbullah üyesine benziyordu. Söylemleri ise Milli Görüş’ü çağrıştırıyordu.

Şeriat yasalarına uymayanlar uyku sırasında şişleniyordu. Artık cezaevi şeriatın uygulandığı kücük bir Mekke’ye benziyordu.

Bu nedenlede, ülkücü olmayan koğuşlardan islamcı tutuklular onunla görüşmek üzere gelip giderlerdi.

Sonraki yıllarda ise o artık Tayyip Erdogan’ın önce koruması sonrada torbacısı, ondan sonrada işletmecisi olmuştu.

Basından bir iki örnek verelim:

1. “TAYYİP’İN KORUMASI
Hasan Yeşildağ:

ağabey Hasan Yesildağ ile Ali olayların adamı olmaya devam ettiler. İGDAŞ soruşturmasında Tayyip Erdoğan’ın koruması olarak adı geçen Hasan Yeşildağ Ulus’ta kendisine ait çay bahçesinde gözaltına alındı. Hasan Yeşildağ’ın, Susurluk sanıklarından Ali Fevzi Bir’in kaçırılması olayına karışan ve halen aranmakta olan kardeşi Ali Yeşildağ hakkında sorgulanmak amacıyla gözaltına alındı.”

2. “Hasan Yesildag, Tayyp Erdogan’ı tutuklu oldukları günlerde koruyor.

Hasan Yeşildağ adı AK Parti İstanbul camiası tarafından çokça söz ediliyor. Yeşildağ Saray Cezaevi döneminde Başbakan Tayyip Erdoğan, 4 aylık hapis cezasını tamamlamak için Saray Cezaevi’ne girdiğinde onu karşılayan kişi Hasan Yeşildağ’dı. Basit bir çek suçu işleyerek cezaevine giren Hasan Yeşildağ, Erdoğan’ın, cezaevinde de 4 ay boyunca korumalığını üstlenmişti.”

Çünkü o cia’nın düşünce eğitiminden geçmiş bir ülkücü idi. 

MHP Gülen’i sorguluyor.

1. bölüm

Bazı dava süreçleriyle ilgili arama kararları, gözaltı ve tutuklamalar, yasa dışı telefon dinlemeleri ve yargı organlarının tartışmalı tasarrufları adli süreçlerde kanun ve meşruiyet dışına çıkıldığı kanaatinin toplumda giderek yer etmesine yol açmıştır.

 

Son olarak dava süreçlerinin ilahiyat fakültelerimizin değerleri hocalarını da kapsayacak şekilde genişletilmesine çalışılması bu yöndeki endişeleri daha da arttırmıştır.

 

Bu uygulamaların kasıtlı ve bilinçli bir şekilde bir merkezden yönetildiği, Fethullah Gülen Hoca ve cemaatinin bunların arkasında olduğu düşüncesi yaygınlaşmıştır.

 

Bu gelişmeler Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ve cemaatini zan ve töhmet altında bırakmaktadır.

Bu durum karşısında, bu tespitlere ve görüşlere katılıyorlarsa, durum bütün unsurlarıyla aydınlanana kadar Hocaefendi’nin, Gülen cemaati mensuplarının bu konularla hiçbir şekilde ilgisi olmadığını göstermek bakımından cemaatin faaliyetlerini durdurduğunu veya askıya aldığını açıklamasının yerinde ve yararlı olabileceği akla gelmektedir.

2. bölüm

31 March 2011, 21:24

Fethullah Gülen bunun karşılığı olarak bir konuşmasında Başbuğ Türkeş’e yönelik “Adnan Menderes milletin sevdiği bir adamdı. Affetmem ben Menderes’i asmalarını, düşünün 33 sene geçmiş, affedemedim ve asılmasının % 50 vebali Türkeş’in boynunda.”suçlamasında bulunmuştur.

3.bölüm

Yine Fethullah Gülen bir söyleşinde “Türkiye’de az insan öldürülmedi ki. O grup onu öldürttü, öbür grup diğerini. 12 Mart’ta da millet kanlı bıçaklıydı. Asker geldi müdahale etti. 12 Eylül’de yine millet kanlı bıçaklıydı. Millet birbirini öldürüyordu. Birbirini öldürerek bir yere varmaya çalışılıyordu. Bunların hepsi teröristti. O taraf da teröristti, bu taraf da. Ama ad koyuyorlardı. Biri diyor ki: “Ben Müslümanlık için yapıyorum.” Öbürü de diyor ki: “Ben toprağım için, milletim için yapıyorum.” Diğeri de diyordu ki: “Ben kapitalizme, sömürüye karşı savaşıyorum.” Onların hepsi bir kısım laflardı. Kur’an-ı Kerim aynen “laf” diyor. Hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan şeylerdi. Ama öldüren öldürene. Ve herkes bir mefkûre uğruna öldürüyordu.” (Fethullah Gülen ile röportaj /Nuriye Akman, Zaman, 23.03.2004) sözleri ile 12 Eylül 1980 öncesi vatan, millet, bayrak ve din için mücadele eden Ülkücüleri “terörist” diye tarif etmiştir

09. 04. 2007 tarihinde de kendi web sitesinde yer alan “Kaos, Kadrolaşma, Ordu ve Okullar” başlıklı yazısında da “Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder.” Evet, artık, “Türk Milleti” diyen, “vatan, ülke, ülkü, bayrak” sözlerini dilinden hiç düşürmeyen ve hatta “din, iman, Kur’an” fedaisiymiş gibi arz-ı endâm eden bir sürü eli kanlı insan bozması var meydanlarda. Bunlar “millî ruh” diye diye milletin önüne kuyular kazıyorlar, ‘ruh kökü’nden bahsederken milletin kökünü kesiyorlar ve toplumu ruhsuzlaştırarak, kalbsizleştirerek kimseye sezdirmeden en sinsi planlarını uygulayabiliyorlar.” cümleleri ile Ülkücülere büyük hakaretlerde bulunmuştur. 04 Nisan 2011 – http://www.etikhaber.com/content/view/96500/35/

Son olarak, bizde saklı olan bir bilgiyi aktarayım: Fethullah gülen “MHP’ye karşı yeni bir oyun oynanması için Necdet Başaran aracılığı ile bütün kurmaylarına buyruğunu iletmiştir.”

Bize düşen bekleyip sonucunu görmektir.

Sonuç:

Geçmişte Türkçüler’in MHP’den dışlandığı göz önüne getirilerek, kırgınlıklar dile getirilirdi. Bunun sonradan çok yersiz olduğu anlaşıldı. Çünkü 1969’da Türkçüler dışlanmayıpta İslamcılar dışlansalardı, bu gün dökülmüş olan kanları, işlenmiş olan cinayetleri Türkçüler üstlenmiş olacaklardı.

Türkler’in sorunu MHP’li olmak yada olmamak değil, Türklüğü yaşatmaktır. Türkleri çağlar ötesine ulaştırmaktır.

Bu gün MHP’nin başına YEŞİL KUŞAK ÜLKÜCÜSÜ olmayan birisinin gelmiş olmasını bile, Türk karşıtları içlerine sindirememektedirler.

Bundan bir sonraki yazımız: Türk-İslam Ülkücüleri- Türkçüler arasındaki çatışmalar olacaktır. Ülkü Ocaklarında işkence odaları var mıydı?

Bizi izlemeyi sürdürün.

Bilgi: Burada verilmiş olan bilgiler konusunda elinizde bu bilgileri yalanlayabilecek bilgiler varsa, bize iletebilirsiniz. Yada kendi görüşlerinizinde yayınlanması için bize yazı yollayabilirsiniz.

 

Sözlük

Yeşil Kuşak Ülkücüğü: Amerika’nın komunistlere karşı yetişdirdikleri islamcı ordudur.

Türkçü: Türk varlığını, kendi varlığından üstün gören kişilere verilen addır.

Ülkücü: Türklük için örgütlenmiş bir kurumun üyesi idiler. Bu gün içlerinde atatürkçü, osmanlıcı, cumhuriyetçi, islamcı, tarikatçı, tekkeci, içkici, kumarcı, kaçakçı, imam, hoca kılığında kişileri barındırırlar. Ancak Türk-İslam Ülkücülüğü’nden ülkücülüğe doğru yol almaktadır.

Türk-İslam Ülkücülüğü: Tarikatlara dayalı, sonuçta şeriatın izin verdiği ölçüde Türklük anlayışları vardır. Şeriatçılığın üstü örtülü biçimidir.

Alperen: İslamcı kimlikle CİHAD’a girişecek yetkinlikteki kişilere verilen addır. Örgüt, öncü olarak Muhsin Yazıcıoğlu’nu seçmiştir.

Büyük Doğucu: İslamcı kimlikle, islam devletini kurmak için doğrudan silaha sarılan örgüttür. Örgüt, öncü olarak, Necip Fazıl Kısaküregi seçmiştir.

CIA: (Central İntelilgence Agency ya da Merkezi Haberalma Ajansı)

1946 yılında Başkan Truman’ın emri ile İkinci Dünya Savaşı sırasında görev yapan OSS’nin yerine kuruldu ve yabancı devletlerin ve özellikle de Sovyetler Birliğinin çalışmalarını içeren bütün önemli bilgileri Ulusal Güvenlik Konseyi aracılığı ile doğrudan başkana aktarmak ile görevlendirildi. 1974 yılında tüm dünya üzerinde görev alan 12000 tınçı (ajan) ile telekeyin (dünya) çeşitli yerlerinde ilişki içerisinde olduğu 100.000’den çok kişi vardı. Washington yakınlarındaki Langley’deki Pentagon’dan yönetilen CIA sınırsız yetkileri ve bağımsız akça (para) kaynakları ile yetkililerin dışında yer alıyor üstelik genellikle devlet içinde devlet görünümü sergiliyordu. Bu uluslararası alanda başarılı ya da başarısız bir çok eylemin sorumluluğunu CIA’in üstlenmesi anlamına gelmektedir. Çok sık olarak Amerikan basınınca da  desteklenen yetkilerin sınırlanması düşüncesine bakmayarak CIA uluslararası alanda halen örtülü uygulamalarını (operasyon) sürdürmektedir. Özellikle karsıt görüslü Amerikan yazarlar, CIA’in adını örgütün kirli ilişkilerine atıfda bulunmak için, “Capitalism’s International Army (Kapitalizmin Uluslararasý Ordusu)” ya da “Cocain Import Agency (Kokain İthalat Ajansı)” olarak anmaktadırlar.

 

ÜLKÜCÜLÜĞÜN BİTİRİLİŞİ BÖYLE OLDU…

‘MİLLET TAMPON ROLÜNÜ REDDEDİYOR’

ABB Başkanı Yavaş, büyükelçilere verdiği resepsiyonda sığınmacı sorununu anlattı: ‘Ülkemiz tampon işlevini reddediyor’

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, büyükelçilere verdigi resepsiyonda sığınmacı sorununa değinerek “Türkiye artık göçmenler için bir kalış ülkesi haline gelmiştir. Bunun yarattığı toplumsal huzursuzluk, demografik baskı mevcut durumun sürdürülemez olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu bakımdan milletimizin endişeleri gözetilmelidir. Milletimiz bir mülteci tampon bölgesi işlevini reddetmektedir” dedi. 

Sarp Sağkal

Yayınlanma: 24.04.2024 – 20:17

Güncelleme: 24.04.2024 – 20:17

ABB Başkanı Yavaş, büyükelçilere verdiği resepsiyonda sığınmacı sorununu anlattı: ‘Ülkemiz tampon işlevini reddediyor’

Abone Ol

Play Video

ABB Başkanı Mansur Yavaş, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile TBMM’nin açılışının 104. yıl dönümü nedeniyle Mogan Park Konuk Evi’nde Ankara’daki büyükelçiler ve misyon temsilcilerine resepsiyon verdi. 

Resepsiyona Etimesgut Belediye Başkanı Erdal Beşikçioğlu da katıldı. Yavaş, resepsiyona katılan tüm elçileri konuk evinin kapısında eşi Nursen Yavaş ile karşıladı. 

Ankara’nın yerel oyunlarının sergilenmesiyle başlayan resepsiyon Yavaş’ın konuşmasıyla devam etti. Yavaş konuşurken, konuşmasının İngilizce metni de resepsiyon için kurulan ekrana yansıtıldı. Konuşmasının başında Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Meclis’in açıldığı 23 Nisan’ı çocuklara armağan ettiğini söyledi. Ardından yerel seçim sonuçlarına değinen Yavaş, “Rekor bir oy oranıyla tekrar seçilmiş bulunuyorum. Bu başarıda geçtiğimiz beş yılda ortaya koyduğumuz adil yönetim anlayışı önemli bir rol oynamıştır. Bu anlayışla yönetimimiz devam edecek, söz verdiğimiz projeleri gerçekleştireceğiz. Tüm bu çalışmaları yaparken sizlerle iş birliğimizi sürdürmek istiyoruz. Tecrübelerinizi bizimle paylaşmanızdan mutluluk duyacağımızı, kapımızın her zaman size açık olacağını; kültürel, sosyal alanda iş birliğimizi artırmanın bizi mutlu edeceğinin altını çizmek istiyorum” dedi. AB üyeliğinin Türkiye için kritik bir önem taşıdığını vurgulayan Yavaş, “AB üyeliği temel hedeflerimiz arasında yer almaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bize gösterdiği Muasır medeniyetlere ulaşmak için AB üyeliğinin vazgeçilmez olduğuna inanıyoruz” ifadelerini kullandı. 

‘MİLLET TAMPON ROLÜNÜ REDDEDİYOR’

Konuşmasında sığınmacı sorununa da değinen Yavaş, “2016’da Türkiye-AB zirvesinde alınan karar Türkiye’nın sığınmacı yükünü iyice artırdı ve kontrol edilemeyen bir göç akışına yol açtı. Türkiye artık göçmenler için bir kalış ülkesi haline gelmiştir. Bunun yarattığı toplumsal huzursuzluk, demografik baskı mevcut durumun sürdürülemez olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu bakımdan milletimizin endişeleri gözetilmelidir. Milletimiz bir mülteci tampon bölgesi işlevini reddetmektedir. Ülkemizin üzerine yüklenen bu yük hakkaniyetle bağdaşmamaktadır. Bu nedenle mültecilerin kendi ülkelerinde doğru bir planlama ile insan haklarına uygun şekilde yeniden iskan edilmesi konusunu önemsiyorum” diye konuştu. Yavaş, İsrail-Filistin konusuna ilişkin de “21. yüzyılda çocukları ve sivilleri öldürmek insanlık suçudur. Filistin halkının yanında olduğumu belirtiyor, İsrail hükümetini sağ duyulu davranmaya davet ediyorum. Ankara barışın ve karşılıklı anlayışın simgesi olmaya devam edecektir” yorumunu yaptı. Yavaş’ın konuşması sonrazı

ABB Kent Orkestrası’nın dinletisi gerçekleştirildi. 

Muhsin Yazıcıoğlu

Bir müslüman Ermeni ile bir Çerkez'in "milli" kavgaları
Bir müslüman Ermeni ile bir Çerkez’in “milli” kavgaları

Muhsin Yazıcıoğlu, önce şeyhin elini tuttu, şeyhde döndü öbür eli ile akça destesini ona sundu. 

Bütün bunlar olur iken Muhsin Yazıcıoğlu’nun Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Cemil Çiçek, Bülent Arınçlarla arası iyi idi. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül le görüşmek için önceden bildirmesi bile gerekmemekte idi. Doğrudan tık kapıyı açıp girer idi. 

Artik MİT’in dayanağını arkasına almıştı. Yurt dışında dernekleşmesinide MİT ile ilişkili kişiler aracılığı ile başlattı. MHP’ye bağlı olan Çerkezler’in bir kısmı Muhsin Yazıcıoğlu’nun Nizami alem ocaklarına katıldılar. 

Yıllarca Fethullah Gülen’in yayınları Nizamı Alem ocaklarında dağıtımı yapıldı. Fethullah Gülen’i eleştirmekte iyi karşılanmaz idi. 

Gündüz Gazetesi yayın olarak bu anlattığım çizgide yol aldı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun şeriatçı kesimde önemli bir yeri olmuş idi. Gerek hizbullahçılardan, gerekse Milli Görüş’ten de yeterince saygı görmekte idi. BBP ne büyüdü ne yok oldu, çünkü sırtını MİT ile tarikatlara dayamış idi. Tarikat deyince sakın namaz gılan, oruç tutanlar gelmesin başınıza. Tarikatlar iyi incelenirse korkunç bir bilgi toplama ağı ortaya çıkar. Sonuda Londra/İngiltere ile Pentagon ABD’ye çıkar.

Yeri gelince bazı belgeleride ortaya koymamız gerekir.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun sırtı sağlan sanılan ağaca dayanmış idi. 

Muhsin Yazıcıoğlu konusunun en onemli yanıda öldürülmesindeki inceliktir. Bildigimiz en saglam açar (kilit) de Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldürülmeden bir süre önce Türkiye’nin tepesindeki Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ü korkutmaya çalışan bir konuşmasının yayına verilmesinde kısa süre sonra öldürşüdür. 

Muhsin Yazıcıoğlu iki nedenle içerlemiş idi. 1. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün ona verdikleri sözleri tutmamaları, 2. Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün getirdiği düzenin bilinen islama yada genelde Türkiye’deki azınlıklara bile yararı olmayacağını görüp, bir başkaldırı yapmış idi. Öldürülmesinde sakınca olmadığı (fetvasını) alarak, düğmeye basıldı. Muhsin Yazıcıoğlu’na yakışır biçimdede öldürüldü.

Muhsin Yazıcıoğlu TSK li subaylarla ilgili yargılamalarda gizli tanık idi. Bizdeki bilgilere göre.

Muhsin Yazıcıoğlu çok bilmiş, çok uyanık ayaklarına yatarak kendi yolunu seçti. Geçmiş olsun deyelim.

Arkası gelecek.

Yurtseverlik gerçekçiliği arar.

Yurtseverlik gerçekçiliği arar.

Bu günde Muhsin Yazıcıoğlu üzerinden Türkiye gerçeklerine bir bakalım. Bu iyi bir örnektir.

Kendini yurtsever olarak gören, bazanda Türkçü olarak görenler, Muhsin Yazıcıoğlu’nu örnek gösterip onun yuruğunu (resim) bölüşmekteler. Bazılarıda onun yattığı beşiğin (mezar) başına gedip, orada yuruk çektirip yayınlayarak, Muhsin Yazıcıoğlu aracılığı ile kendilerine bir değer eklemek istemektedirler.

Önce Muhsin Yazıcıoğlu kimdir? Ona bir bakalım, ondan sonra gerçekleri Muhsinci olanların yüzlerine çarpalım.

En başta  Muhsin Yazıcıoğlu ilk gençlik yıllarında, Ocak başkanı olduğundada bir Türkçü olarak ortaya çıktı. O dön….mede günde 5 kere namaz kılmazdı. Konuşmalarında Türklükten dem vurur idi. 

Genelde ülkücüler müslümanlar idiler, ancak namazla araları pek eyi değildi. MHP’nin başında Hüseyin Feyzullah (Türkeş) var idi. 1969 dan sonra MHP pek beklenen oyları toplayamadı. Bir başka sağcı, islamci olan Milli Görüş ilgi görmekte, yükselmekte idi. 

Türkeş, baktı, Erbakan’ın arkasından gidenler, camiciler idi. Halkta onlara yakınlık göstermekte idi. 

Türkeş derneklere bir yazı yazarak, ülkücülerin camiye gitmelerini, halkla böylece ilişki kurarak güven kazanmalarının gerektiğini anlattı.

Derneklerde görevli olan gençler, camilere girip çıkmaya, Milli Gorüsçülere: “Bizde müslümanız, bizde camilerdeyiz.” Demeye başladılar. MHP, Milli Görüş arasında bir müslümancılık yarışı başlamış oldu.

O başlangıçla islamlaşma başlamış oldu.

Ülkücüler, artık camilerde sık görülen tarikatçılarlada tanıştılar. Yavaş, yavaş sakal bırakmalar, Milli Gorüş’e benzeşmeler başladı.

Bundan sonra, Türkeş tarikatlara yakın durdu. Artık kendiside oruç ayında yemeklere katılıp, bir iki dua okumaya başlamış idi. O günlerde bazı tarikatlarla ilişkiler artınca MHP’ye akçada vermeye başladılar. Bir kere 3 milyon vermişlerdi. Türkeş’te bunun karşılığında bu açıklamayı yapmış idi.

“Ülkücüler Allahın ipine sarılın.” O gün bu gün o allahın ipine sarılı kaldık.

İşte Muhsin Yazıcıoğlu’da en başta bu çağrıya uydu. Türkeş’tende öne geçerek gerçekten şeriat isteklisi oldu.

Artik  Muhsin Yazıcıoğlu tarikatlarla iliskisini günden güne artırdı. Onlardan yararlandı. O da bir tarikata baglandı.

Muhsin Yazıcıoğlu, namaz kılmayan ülkücüleri begenmemeye, eleştirmeye gerekirsede dışlamaya basladı.

Yine o dönemde kendisinin Çerkez olduğunu anladı. O andan sonra artık el altından Çerkezcilikte yapmaya başlamış idi. 

Müslümanlığı arttıkça tarikatlarla ilişkisi güçlendi, Türkes’in müslümanlığınıda beğenmez oldu. Bunu gündeme getirerek MHP’den ayrıldı. Artık “ilahi kelimetullah” için çalışacağını söyleyerek tarikatlar la sağlam ilişkilere girdi.

Gerisi gelecek…

Türkiye bu gün

Türkiye yeni bir döneme girmektedir. Son seçimlerde CHP’nin birinci sıraya yükselmesi, AKP’nin ikinci sıraya düşmesi ile AKP’de ortalık allak bullak oldu. Artık AKP’lilerin kirli donları dışsarı asılmaya başladı. AKP’liler, 21 yılda iyice ağalık yapmaya alışmışlardı. 

Halkı kulluk düzenine alıştırdıklarından, Erdoğan başta olmak üzere AKP’liler cami duvarına bile işeseler, müslüman geçinen toplum bunda bile bir olumluluk aramakta idi. Kimsede cami duvarına işenmez demezdi.

Üstelik tepeden tırnağa Türkiye halkı AKP’ye esir edilmişti.

Erdoğan, halkın kanını emdikçe halk mutluluk duymakta olduğunu belirtmekte idi.

Halk dısarıda çay içemez duruma gelinceye deyin Erdoğan’ın arkasında durdu.

Bunun yanısıra AKP’ye karşı olanlar susturuldular, tutuklandılar, yargı yolu ile yıldırıldılar.

Çalmak, çırpmak, talan etmek yasallaşmış idi. Yetkililer iki yüzlü tutumlarını gizlemez duruma gelmişlerdi.

Türklük le ilgili konuların üstü kapatılmakta idi.

Birde, kim azıcık Erdoğan…a karşı göz doldursa, Erdoğan onu satın almakta idi. Unutmayın, geçmişten günümüze deyin MİT eli ile bu çark isledi. En son Meral Akşener’ide kendilerine bağladılar. Akşener’de işbilen birisi değildi. Geçmişte Fethullah örgütüne yakın idi. Kendiside bazı yanlışlar yapmış idi. MİT onu sıkıştırınca masa yıkıldı, en son seçimlerde de CHP’ye kazandırmamak için ellerinden geleni yaptı. Ancak başarılı olamadı. Umarız kendisinden sonra gelen satılmaz diyelim.

Bütün bunlara bakmayarak AKP yara aldı. Bundan böyle gerilemeyi sürdürecektir.

Önemli bir olguyu sunayım.

Türkiye Ermenileri, Erdoğan’ın gelişinde yanında yer aldılar. Bazı yazar çizer Ermeniler, yurt dışında subaylarımızı, polisimizi boklamış idiler, Erdoğan beklediklerini vermeyince şimdi Erdoğan’a karşı boylarını göstermektedirler.

Bu gün Erdoğan’a karşı olan Dogulu yurttaşlarımız, Ermeniler le birlikte geçmişte AKP’ye  arka çıkmışlardı.

Kısacası, kendilerini azınlık olarak görenlerde aldandılar.

Şimdi yine iyi yurttaş görünerek, Türk halkını etkilemeye ugraşmaktadırlar.

Bunlarında önlemlerini onların yasa dışı işlerini ortaya koyarak alacağız.

Gelecek günler çok değişikliklere gebedir.

Türkiye Nereye ?

Türkiye Nereye ?

Bizce Türkiye’de taşlar yerine oturmaktadır. Gelinen bu durumda R. T. Erdoğan’ın yanlış uygulamaları var. İslamcı kuralların etkisi var. Ancak en büyük etkide halkın R.T. Erdoğan’a onun uygulamalarının yanlışlığını bile bile oy veren halkın verdiği oylardan gelmekte idi. 

Olayı özetleyeyim: Erdoğan, Türkiye’de yanlışlarıda düzeltmedi, bir kazıkta çakmadı, ancak sürekli olarak vergiden aldığı bizim akçalarımızın büyük kısmını yandaşlarına, küçük bir kısmınıda halka dağıtarak, halkın oylarını topladı. 

Halkımızda kendisine verilen akçaların kaynagını sormadan, ver gelsin demekte idi.

Bu halk Erdoğan Ege adlarınının bazılarını Yunanlılara bıraktı duymazdan geldi.

Genel Kurmay’ın gizli odasına girildi yine ses çıkarmadı. Yeri geldi kendisine oy veren yurttaşlara “Ananıda al git.” Dedi. Yine oy verdi. 

Sonuçta Erdoğan baktı, gördi, anladı, bu halkın amınada koysan oy verecegini bildi. Seçimler yaklaşınca aylıkları artırdı. Halkın akçalarını kendide yedi halka da yedirdi. 

Halk kudurmuş idi. 

Toplumda bilenin, araştıranın değil, Erdoğan yandaşlarının değeri arttı. Sonunda ülkücülerde onun arkasina sığındılar. Onlarda yediler içtiler, bu akçalar nereden gelmekte diye sormadılar.

Neyse bir gün gün kuyuda su kalmayınca seçim olsada akça veremedi, neden? Akça yok idi.

Bu ulus savurganlığa alışmış idi. Kabalaşmış idi. Domuzlaşmış idi.

Erdoğan akça dağıtamayınca, halk başladı sızlanmaya. Soruyorlar durumun iyi mi?

Yurttaş: “Ya torunuma bir ev bir araba alamıyorum.” Demeye başladı. Sonra iş “Kırmızı et alamamaktayım” a dönüştü. 

En sonunda şeker pahalıya gelindi.

Ulan, alçaklar, geçmişte Erdoğan’a neden durupta “Sen çalma, bizede çaldığın akçayı verme” demediniz?

İki yüzlü idi halkımız, oyunu bir çuval kömüre sattı, bir çuval şekere sattı.

Erdoğan’ı Allahlaştırdı. Şimdi Tanrı araya girdi. Erdoğan’ıda halkıda tokatladı.

Fethi Yıldız Mit’e mi çalışıyor?

Bu Fethi Yıldız’ın neden ölçüsüz çıkışlar yaptığını bir türlü çözememekteyim.

Söz neden açıldı?

Devlet Bahçeli ile Fethi Yıldız CHP başkanını korkutmak istemişler.

Fethi Yıldız, kıçının kılı ağarmış , ayak üstünde duramayan, sakar yürüyen, sakar konuşan, tutarsızlığı tartışılmayan Devlet Bahçeli’den (Fettahoğlu) ne beklemektedir?

Gerek Fethi Yıldız, gerekse Devlet Bahçeli seçimde yine oy artıracaklarını söyleyip durdular, ancak öyle olmadı.

Demek, halk sizede DUR dedi. 

İkinciden halk pazarlardan atık sebzeler toplamaktadır, gelir gider dengesi bozulmuş durumdadır. 

Sayın Fethi Yıldız siz bunları görmemekte direnerek nereye varmak istemektesiniz?

AKP, MHP ortaklığı döneminde Türkiye’de iyiye giden ne var?

Tepede görev yapanlar 3-6 yerden aylık alır iken sizlerin sesleriniz neden çıkmıyor?

Bunca Suriyeli Türk halkınının güvenliğini sarsar iken, sağda solda çocukları bozarlar iken sizin sesleriniz neden çıkmamaktadır?

Ne devlet Bahçeli’nin nede senin islam kuralları ile ilginiz olmasada açıklamalarınızda din imandan söz etmektesiniz, 4 günlük yaşamda değer mi? Böylesine iki yüzlülük etmeye ?

Sizin Türkler’e bir iyiliginizde oldu, oda Erdoğan’I kışkırtarak onun yanlış yapmasını, aşırı sorumsuz olmasını sağlayarak, halkın gözünden düşmesini sağladınız. 

Erdoğan halka “Ananıda al git” desede halk onu destekledi. Erdoğan ogullarını bay (zengin) eder iken, Türk kişilere bakanlık vermez iken, saraylarda yaşar iken sizler sözde yurtsever (milliyetçi) olarak, dönüp Erdoğan’ı uyarmazsanız bende “Siz onu buruya (suça) itmektesiniz.” derim. 

Başkaca Türkiye’deki bu yaman gidişi görmediğinizi düşünemem, peki neden, aşırı Erdoğancı oldunuz deyincede, benim başıma ancak, onu tepe taklak gidene deyin ona arka çıkarak, korkunç sonunu görmek istemektesiniz.

Peki siz kendinize acımamakta mısınız?

Bunca uçuk, saçma-saçma Erdoğan’a arka çıkarak, kendinizi halkın gözünde düşürmekte siniz?

Birde bilin, duyun, eşitin:  Son seçimdede ondan öncede yıllarını Ülkücülüğe vermiş arkadaşlarımız açıkça CHP ye oy verdiler. Bu ne demek?

Bizi öylesine bıktırdınız, artık CHP’ye oy verir duruma geldik.

Kısaca MHP’li ileri gelenlere bir bakınca, ne görmekteyim: Kime kızsalar onu korkutmaya çalışanlar, bilgilerini değil, sopalarını büyüklük olarak gören, kaba, saba, dengesiz, çağa ayak uyduramayan bir kesim yarattınız. Yaziklar olsun sizlere!

Tanrı size öyle bir tokat vuracak, azınlığa düşeceksiniz.

Birde sizin bunca aşırı Erdoğan’ın yanlışlarını onaymanızı, sizinde MİT’e çalıştığınız sonucuna varmaktayım. 

Son olarak, Bahçeli’yide al git. Bize gölge olmayın yeter, derim.

Aşağıda Fethi Yıldız’ın sözde korkutucu yazısı bulunmaktadır.

MHP’li Feti Yıldız’dan Özgür Özel’e: İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler

MHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Bahçeli’ye verdiği yanıt üzerine Şeyh Edebali’nin ‘ölüm’ mesajı veren sözünü hatırlattı. 

cumhuriyet.com.tr

Yayınlanma: 11.04.2024 – 14:09

Güncelleme: 11.04.2024 – 14:20

MHP'li Feti Yıldız'dan Özgür Özel'e: İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler

Play Video

MHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, CHP Genel Başkanı Özgür Özel‘in MHP lideri Devlet Bahçeli‘ye verdiği yanıt üzerine tepki çeken ifadeler kullandı.

Özel’in Manisa’da bayram namazının ardından yaptığı konuşmaya göndermede bulunan Yıldız, “Bayram sabahı Hatuniye Camii önünde, iyice ucuzlamış taklit tavırlarına kimse inanmadı” diyerek, “CHP’nin Muvakkat Genel Başkanı Özgür Özel’in Allah’ı, Kur’an-ı Kerim’i, Peygamberimizi ve güzel ahlakını öğrenen minik yavrularımıza karşı içindekileri kusması henüz unutulmadı” ifadelerini kullandı.

Yıldız, sözlerinin sonuna da “Osmanlı Türk Devleti’nin manevi kurucusu Şeyh Edebali öğütünü hatırlatayım. ‘İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler” notunu düştü.

Feti Yıldız’ın sosyal medyada paylaştığı açıklaması şöyle:

“Terör örgütü uzantılarıyla iç içe geçmiş olanlar, her fırsatta ahlaken sapkınları savunanlar, Türk Milletinin tarihsel haklarıyla çatışanlar, Türk düşmanlarıyla silah çatanlar, dün ne ise bugün de odur.

CHP’nin Muvakkat Genel Başkanı Özgür Özel’in Allah’ı, Kur’an-ı Kerimi, Peygamberimizi ve güzel ahlakını öğrenen minik yavrularımıza karşı içindekileri kusması henüz unutulmadı.

İnsanın göstereceği en erdemli davranış edeptir. Bayram sabahı Hatuniye Cami önünde iyice ucuzlamış taklit tavırlarına kimse inanmadı.

31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimi yetkisini aldınız da biz mi görmüyoruz? Belediyelerin yapacağı işler yasa ile bellidir. İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı, çevre sağlığı, temizlik ve katı atık, zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans, şehir içi trafik, defin ve mezarlıklar, ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar kazandırmak, nikah kıymak v.s. gibi görevler…. Elbette önemli…

31 Mart Seçim sonuçlarını, oy verme motivasyonlarını, beklentileri, seçmen davranışlarını, açık ve gizli işbirliklerini ilçe ilçe, il il inceliyoruz. Kısa bir süre sonra rapor haline getirip Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli Bey’e sunacağız.

Muvakkat Genel Başkan, Osmanlı Türk Devleti’nin manevi kurucusu Şeyh Edebali öğütünü hatırlatayım, ‘İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.”

“ÖZGÜR ÖZEL BİR ADIM GERİ ATMAYACAK”

MHP’li Yaşar Yıldız’a CHP’de ilk tepki CHP İstanbul Milletvekili Yunus Emre‘den geldi. Yunus Emre, “Bahçeli’nin sandığı hedef alan dilinden daha kötüsü olamaz derken Yardımcısından daha kötüsü geldi. Siz Genel Başkanımız Özgür Özel’i hiç tanımamışsınız. Sizden de kirli dilinizden de korkup bir adım geri atacağını düşünüyorsanız fena halde yanıldığınızı yakında göreceksiniz”ifadeleri bulundu.

Ülküdaşlar ne durumdalar?

Ülküdaşlar ne durumdalar?

Bu günün ülkücüleri doğal olarak değişik kıymıllar (parti) içinde yer almaktadırlar. Alparlan Türkeş’in (Hüseyin Feyzullah) uğruna kan döktürttüğü tek başlı ülkücülük tutmadı. 

Ondan sonra gelen Devlet Bahçeli (Fettahoğlu) da tek başlıklılığı savundu, ancak başaramadı. Sonuçta çok değişik çizgilerde ülkücüler doğdu. 

  1. Aşırı müslüman ülkücüler (Hizbullah çizgisinde) 2. Tarikat ülkücüleri, 3. Türk İslamcı ülkücüler, 4. Fethullahçı ülkücüler, 5. Azınlık ülkücüleri, 6. Egemenlikçi (Cumhuriyetçi) ülkücüler. Bundan başkada alt bölümde olan küçük oluşumlar var.

Muhsin Yazıcıoğlu, Yavuz Agıralioğlu    hizbullah görüşlerine uyanlardır.  Meral Akşener ülkücü değildi. Fethullah Gülen’e uyumlu idi. Erdoğan düzeninin kurulmasına katkısı oldu. Ordunun içine Sarmısak adındakı köstegi yerleştiren birisidir. Diyarbakır’da bir konuşmasında atalarının Doğu’dan sürgün olduğunu söyelemiş idi, Azınlık ülkücüsü oyununu oynadı.  Azmi Karmahmutoğlu, Musavat Dervişoğlu, Koray AydınTolga Akalın, Türk İslam Ülkücüsü çizgisinde olanlardandırlar.

Biz bu değerlendirmelerimizi geçmişteki bire bir gördüklerimize göre yapmaktayız. Azmi Karamahmutoğlu egemenlikçi yakaya geçmiş görünmektadir. 

Bu saydığım kişilerde görüş değişikliği olmuştur. Eski müslümancılıkları törpülenmiş görünmektedir. Burası olumlu sayılır. 

Gelelim Ağıralioğlu’na o şimdide müslüman kalmış görünmektedir. Genel bilgisi olmamakla, bütün olayları orta çağda olanlarla karşılaştıran birisidir.

Soyunu bilmemekteyim, ancak Türk olmadığı açıktır. Çerkez kökenli olması olanaklıdır. 

Muhsin Yazıcıoğlu’da Çerkez kökenli idi. Bunu neden söylemekteyim?

Bunlar sürekli Türk’üm diyenleri “IRKCI” olarak görürler idi. 

Devlet Bahçeli ile Alparslan Türkeş’in Ermeni kökenli olmaları sonucunda ülkücülük kısırlaştırıldı. Kulakları Muhammed, Osman, Ali, Ömer le dolduruldu. 

Bunu onlara sağlayanda CIA ile BND, BVD kuruluşları olmuş idi. 

Bu günün ülkücülerinin geniş bir kesimi MİT ile açık açık iş tutmaktadırlar. Bunlar MHP’de kalanlardır. Meral Aksener’de yine MİT baglantılıdır. Erdoğan’ın 4 yıl tepede kalmasını sağlamıştır.

MİT bunların dışında bir başka ülkücüyü bu günlerde eyleme geçirdi, öne çıkarmaya çalışmaktadır. İyi’nin dışında birisidir. 

Ülkücüler bölük börçük durumdalar, bu durumda ülkücülerdeki uyanmayı göstermektedir.

BBP yine başından beri MİT’in koltuğunun altında kuruldu, şimdide MHP’nin olduğu üzere Türk karşıtı Erdoğan’a bağlılığını göstermektedir.

Geçmişte MHP içinde Kürt örgütlenmesi, Çerkez örgütlenmesi var idi. Çerkezler yıllarca ülkücü kuruluşları ellerinde tutmuşlar idi.

Son yıllarda bu konuda neler yaşandı onada bakacağız.

Bu toplum yaralar sarılmadan bayram kutluyor ise, o toplum dağılmış sayılır.

Türkiye bataklıkda yüzer iken ülkücüler kuru kuru (vatan-millet) diye mırıldanmaktadırlar. Bu yurda bir katkıları yok, AKP’nin talancılığınada ortaklar.

Esen kalınız. 

Seçimler en çok kimleri üzdü?

Seçimler en çok kimleri üzdü?

Türkiye’de ne solda, nede sagda Türkiye’de olup bitenleri değerlendirebilecek, oynanan oyunları ortaya çıkaracak birileri yok. 

Bu eli yöneten bir üniversite bitirememis, Mit’ i yönetmiş, şimdide Dış İşleri Bakanı olmuş Fidan’da üniversite okumamış, bir sürü kurumları yönetenler bilgisiz kişilerdir.

Çoban bile olamayacaklar, bu eli yöneterek batırdılar.

Bu anda halk uyanmadı, halk önüne kemik atılmayınca gücendi, oy vermedi.

Nedeni ne olsada Erdoğan, korkunç bir bozgun yaşadı.

Bu bozguna en çok üzülenler: Avrupalılar, Ruslar, Çin, ABD neden?

Çünkü onlar için bilgisizlerin yönetimindeki Türki…e iyi Türkiye’dir.

Bu düşünceye nereden geldim?

Dış basını yakından izlemekteyim.

“Neyse, Erdogan 4 yıl boyunca bizimle çalışacak.” Demektedirler.

İyiki bir önceki seçimi AKP kazanmış. Bu yıkıntı CHP’yide bitirir idi. Buyursun Erdoğan bu sorunları çözsün. Ancak artık AKP kesimi bu işte geç kaldı. Eski iyi müslümanlar bu dinide bıraktılar.

Erdoğan yönetimi ezile ezile eriyecektir. 

Seçimler oldu, sonuç belli, ancak çıkarılacak öğrenek (ders) nedir?

Seçimler oldu, sonuç belli, ancak çıkarılacak öğrenek (ders) nedir?

Erdoğan yokluk çekenlere akça veremedi. Kendilerine ek aylık bağlanmadığını gerekçe gösteren az gelirliler, AKP ye oy vermediler.

Bu gün halka neden AKP ye oy vermediniz diye sorulan yurttaşlar. Bu yanıtı verdiler: Erdoğan’ın aylıkları artırmadığını, geçim sıkıntısı yasadıkları içinde oy vermediklerini söylemekte idiler. 

Bunun anlamı nedir?

Eğer Erdoğan bunlara bir kaç bin ek aylık verse idi, sorun olmayacak idi. 

Bu halk ulusunun çıkarları için AKP ye karşı çıkmadı. Ancak kendi boğazı için karşı çıktı.

Bu halk andımız kalkınca AKP ye yine oyunu verdi, Tanrı adı orduda duadan kaldırılınce yine AKP’ye oyunu verdi.

AKP, adaları Yunanlılar’a verince, AKP’ye yine oyunu verdi, bu halk orduda görev yapan önemli kişiler tutuklandı, Genel Kurmay Başkanı boş yere tutuklandı AKP ye yine oyunu verdi, AKP’liler, Erdoğan halkı aşağıladılar yine AKP’ye oyunu verdi.

Şimdi yalnızca aylık az diye oyunu kesti. Ne demeliyiz? 

Halkın bakışı budur. Bu halkı yurtsever diye saymayınız.

Gelelim nenemiz (Meral Akşener)in durumuna.

Kadın son dönemde oynadığı oyunu iyi oynayamadı. 

Bu işe ilk giriştiği dönemlerde MHP ile AKP’nin kendisini ezdiklerini anlatarak kendine acındırdı, sonuçta bir bayan olarak MHP’de sıkışan ülkücüler kendisinden yararlanıp, Devlet Bakçeli’den kurtulacaklarını düşündüler.

O dönemde yanına yaklaşanların içinde Fethullah Gülenciler vardı. Kendiside Fethullah Gülen’in büyük toplantılarına katılıp Fethullah Gülen’i övmüş idi.

Gelelim konuya, bu bayan ne Türkçü, nede Atatürkçü idi, ancak bu alandakı boşluğu kullanıp güç almak istemiş idi.

Bu bayan uzun bir süreçte kendi oyununu iyi oynayamadı, sonuçta ınandırıcıda olamadı. Bir sürü adaylardan akça toplamış, onlara verdigi sözleride tutmamış idi. Bunca başka yal..n dolanlarıda oldu. Masaya oturdu, kalktı, seçime kendim girecegim dedi, girdi. Sonuç öyle bir tokat yedi, artık kendine gelemez. O İyi ye ancak ayak bağı olur.

Umarız, İyi’de bir kurultay olurda bu bayan, bunca emeği tam yok etmeden, evine doner. 

Dönmezsede dile düşer.

Uyan Türk, “Senin atan anan yere eğilmedi, toprağa tapmadı.”  Şimdi sana ne oldu?

Yoldaşlar, ülküdaşlar,

Yarından başlamak üzere Türkiye’de yeni bir döneme gireceeiz. Çünkü bu kere “imam hatip”li Erdoğan yurttaşları seçimde satın alacak akçayı bulamadı. Ne satacak bir ada, nede bir kurum kalmış idi. 

Olmayınca veremedi yalaka, yamuk halkda artık oy vermeye bilir.

Gönül ister, Erdoğan yine akça bulsun versin, versin de halkda yine gürül gürül imam hatipli, vurguncu Erdoğan’a oy versin. 

Halk şimdiye deyin Erdoğan’a onun talancı olduğunu bile bile oyunu vere vere bu günlere geldik.

Uyarıncada “O çalsada banada koklatmakta” demekte idi.

Az gettik, uz gettik dere tepe düz gettik. Türk eli’ni halkın destegini verdigi Erdoğan’a soydurup, soğana çevirttik.

Halk Erdoğan’in eli ile kırmızı et yedi, altına araba aldı, ev aldı. Bir günde düşündedi, bu Erdoğan, bu bana verdiği akçayınereden buldu?

Halk bilirdi, Erdoğan, talan eder iken, ucundanda halka tattırır idi. Halkda alışmış idi, böyle karşılıksız ver gelsine. Bir tek aklı başında yurttas gormedim, biriside bunca acilan yapmacik üniversitelere karşı çıksın. Anadoluda açılmış üniversitelerde yeterli öğretim üyesi bulunamadığından, eğitimler yarım yamalak verilsede halk ses çikarmamayı sürdürdü.

Yazık oğlunun, kızının aldığı bitirme belgesinin işe yaramadığını görünce iş işten gecçivermiş idi.

Bu halk akçayı eline verir isen, hırıstiyanda, müslümanda, yahudide olur. Bak bakalım, 2001 yılı sonrası camiler tıklım tımlım doluydu. Çoğuda anasını, atasını namaz kılmadılar diye dinsiz deye dışlamakta iken, bu gün camiler boşaldı. Eskiden olduğu üzere camiler, cumalarda dolmaktaddır.

Ne oldu din elden gediyor diyordünüz? Şimdi sizde namazı bıraktınız, bu ne demek?

Erdoğan çalıp çırptıga akçaları halka koklatarak, halka iki yüzlüce müslüman görünmeyi benimsetti.

Bu ulus geçmiştede gerçek müslüman değildi, şimdide olmadı, ancak müslüman göründü. 

Bildigi dört “dua” ile kendisini bir bok sanmaya baslamış idi.

Erdoğan sonunda bu ulusu dindende soğuttu. Erdoğan oturduğu koltugu bırakıncaya deyin, bu islamdan kaçış sürecek, halk en sonunda bu sorundanda kurtulmuş olacaklır. 

Erdoğan’ın en büyük iyiliği, islamin gerçek yüzünü göstererek, Türkleri uyarmış oldu.

Uyan Türk, “Senin atan anan yere eğilmedi, toprağa tapmadı.”  Şimdi sana ne oldu?

Hakan Fidan ile Hakan Fidan’a okşayanlar,

Hakan Fidan ile Hakan Fidan’a okşayanlar,

Hakan Fidan ile izlenimler nedir?

Toplum onu cok genç iken Londura’da Fehmi Koru, Hulusi Akar la birlikte bir görüntüye (foto) düşmesiyle tanıdı. İlginç idi. 

Hakan Fidan bir astsubay idi. Oradan ayrıldı, dış yurtlarda kısa süreli ek öğrenim aldı. Tika’da çalıştı. Oradan’da MIT’in başına geldi. Ondan sonrada Dış işleri bakanı oldu. 

Son günlerde sanal basında islamcı özlemlerini dile getirerek toplumu etkilemeye çalışmaktadır.

Çok etkileye bildiği de yok. Kendisi 2021 yıllarında kalmış izlenimi vermektedir.

Onun döneminde Türkiye’de yaşayan Çeçen generaller bir bir Rus köstebeklerince yok edilmis idiler.

Türkiye’de akçamız pula dönmüs, kişiler yandık derken, geniş bir kesim açlıkla didişir iken, sayın Hakan Fidan gece gündüz islam demekte, Gazze demektedir.

Dört götü boklu PKK ile baş edemezsede başı yukarda duruyor. Türkiye’de bunca kaçakçılık, bunca çocuk bozmalar olur iken, derinderin uyuya biliyor.

Yürür ikende , telekeyi kendisi yaratmış casına yürümektedir.

Bu neyi göstermektedir? 

Toplumdan kopuk yasadığını göstermektedir.

Elindeki eğitim belgesi yaptığı işe uygun düşmemektedir.

Bu gün Türkiye’yi yönetmekte olan Erdoğan la ortak yanlarıda var.

Oda imam hatip bitirmiş, orta öğrenimli, oda kendisini bir “halife” yerine koymaktadır. Halkı borçla yaşar iken oda saraylarda, ejder alması ile kendisini doyuruyor.

Elindeki eğitim belgesi yaptığı ise uygun düşmemektedir.

Şimdi bunların yaşamları, bunların oturup kalkmaları Türkleriinkıne uymamaktadır.

Gelelim Türkiye’yi yönetenlerin geri kalanlarına, onlarda böyleler. Tümü iyi müslüman görünümlüler, ellerindeki bakanlıkları yönetememekteler. Ancak büyük büyük konuşmaktadırlar.

Peki bunun nedeni nedir? Bu bütün Orta Dogu’da böyledir.

Arap ile Fars alışkanlıklarındandır.

Bunların böyle savurgan olmalarının nedeni nedir?

Cünkü halk bozuk, halk korkak, halk diziler izlemektedir.

Halk, andımiz kalktı, ne dedi? Ya aylığım gelsinde gerisi önemli değil. Tanri sözü orduda kaldırıldı. Halk ne yapalım aylığım gelsinde, gerisi önemli değil dedi.

Bir dönem ordumuzun gizli bölümüne girdiler halk tınını oynatmadı.

Artık sarı öküz verilmişti. 

Bu azınlık yönetimi iyi bildi, halk uyuşuk ne verir isen onu yer. 

Ulan halka ananıda al git diyeli yıllar oldu. Halktan tık yok.

Eeeen sonunda halkın akçası kesilince, kıpırdamaya başladı. 

Bizim halkımız iyidir, ottur, boktur deyenler sussun. Halk çıkarı bozulmasa, Erdogan’in bokunuda yerdi sidiginide içerdi. Ancak Erdogan’da verecek akça kalmayınca halk akca için dırdır etmeye başladı.

Bu yöneticilerin bizde yaptıklarını, başka ellerde kimse yapamaz. Bizde halk yalaka olunca sonuç boyle olmaktadir.

Görelim, seçimde bu halk kimden yana olacak?

Öldürme olayları

Bu öldürme olaylarını gündeme almamızın ne yararı var derseniz, bizce var. Çünkü Türkiye’nin bu günkü duruma gelmesinin en önemli nedeni: O öldürme olayları Türkiye’de şeriatçıların önünü açtı.

Geniş bir kesim korkuya sürüklenerek, gelişmelere tepkilerini koyamadılar. 

Bu gün Türkiye bir kişinin kendi malı durumuna düşmüşse, arkasında o öldürülme, tuzak kurma olayları yatmaktadır. 

Dündar Taşer, Oktay Aras neden öldürüldüler?

Bu günde konumuz “ÜLDÜRÜLENLER” olsun.

Bu günde konumuz “ÜLDÜRÜLENLER” olsun.

Bu konu çoook geniş bir konu ancak bu yazımıda bir kaç örnek vererek, sizleri bilgilendirmeye çalışacağız.

Bu yazımızda olayı yalnızca ölenler ölmeye bilirler idi! Neden? Üzerinde duracağız.

Hablemitoğlu nu öldürenler doğulu, öldürtenler batılılar idi.

  1.  Necip Hablemitoğlu, ölmeye bilir idi.

O ilişkilerinde kim kimdir? Kim kime çaliışıyor? Kimin gücü neye yeter? Sorularina karşılık verebilse idi. Öldürülemez idi. 

O bir yandan Atatürkçü türkçü söylemlere, bu açıdan yayınlara baslamış idi.

Bütün bunlar ona olan ilgiyi artırmakta idi. O da

İlgi arttıkca yazılarının sertliğini artırmakta idi.

Ortada bir gerçek var idi. Kendisi ile değisik akımlardan mitçilerle görüşmekte idi. Onlardan bazılarıda doğrudan CIA ile ilişkili kişiler idi.

Burası çok önemlidir.

Siz bir yanda Alman kuruluşlarını, bir yandanda Fethullah Gülen’i karşınıza almaktasınız, ancak yanınızda, yeninizde CIA cılar var. 

Kendisini ölmeden  bir ay öncede biz uyardık. O bize kendisinin yüzde yüz güvencede olduğunu söylemiş idi.

Biz ona yakınındakı CIA cıyı sorduk, oda çok değerli arkadaşı olduğunu söylemiş idi.

O, o CIA cı ile günlük görüsür idi. Ancak kendisi o kişinin CIA cı olduğunu bilir mi idi? O nu bilemeyiz. 

İkinci etken, kendisi Ataturkçü, türkçü çıkışlarını son dönemlerinde dile getirmis idi. O sanki kendisinden önce türkçü yok imişçesine duruş aldı. 

Onlarlada gereksiz tartışmalara girdi.

Onun ölümü kendisi ile yakın ilişkide olanların bir yanda mit’teki CIA cılara, bir kısmıda doğrudan CIA’ya çalıştıklarını, bu durumunda kendisini istedikleri an yok ede bileceklerini anlaya madı. Bizim uyarılarımızada aldırış etmemiş idi.

Öldürenler yakalandı bir bir bırakıldılar.

Çünkü onlar, oyun kuran CIA ile MIT çilere bağlı idiler.

Uğur Mumcu’yu öldürenler doğulu, öldürtenler batılılar idi. 

Sayın Ugur Mumcu, çok çalışkan, çok bilgili idi, ancak saldırganların çalışma biçimini demek iyi anlamamış idi.

Inanılacak bir iş değil, öldürenler eski ülkücü idiler, sonra hizbullah’a kaymış idiler. Öldürmeden önce İran’a gidip gelmiş idiler. Kısa süreli egitim almış idiler. Sonuçta öldürme işi gerçekleşti. Arabasına patlayıcıyı koyan kişi Oğuz adında Kayserili birisi idi. Bazı sanıklar yakansada Oğuz’u bile isteye görevliler yakalamadılar. O yurt dışına çıkıncada onu yine kizbullah’a yakın  Türkiye Türkleri karşıladılar. Gittigi yurtta, oranın polisleri bekletmesiz ev verdiler aylığa bagladılar.

Bu arada birde öldürülmesi gerek iken öldürülemeyen birisinden örnek verelim.

Mustafa Ok (Komando Mustafa) 

Sayin Alpaslan Türkeş, onun öldürülmesi için doğrudan buyruk vermis idi. Türkeş’e yakın görevlilerde bu işi üstlenmis idi. 

Ancak Ülkü Ocakları’nın içinde bulunan kişiler onu öldürmek girişiminde bulunsalarda başaramadılar.

Çünkü o, sürekli yerini, yurdunu degiştirir idi. Kimseye kaldiığı yerin bilgisini vermez idi. 

Kimseyede önceden nereye gidecegini bildirmez idi.

O bunu korktugu için değil, yoktan yere yok olmamak için yapar idi. 

Onun öldürülememesinin bir başka nedenide sürekli olarak kim nerede kiminle birlikte kim öldürmek için görevli olduğunu araştırıp önlem alır idi. Bir kısım ülkücü onu sever, onunla görüşür, bildiklerini anlatır idi. Ocaklarda ne olup ne bittigini kimin eli miltik tutar onları izler idi.

Son gelişmeler,

Son gelişmeler,

Erdoğan, Bahçeli, Meral bitkinler, yorgunlar, ezik durumdalar. Kendileri başta yönetimdeler ancak onların tınları (ruh) ayaklar altındadır. (Meral gizli destekçi)

Sчylediklerinin yalan, yaptкklarкnкn gчstermelik, yediklerininde talanlardan geldiуini bilmeyen yoktur.

İşin gerçeğinde onlar ölmeden toplum gözünde ölmüşlerdir.

Bizi düşündüren bu dönekler silinip gidecekler, belkide yargılanacaklar. Ancak onların arkasından gidenlerde talancıların ortakları olarak sürüneceklerdir.

Artık az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda alınlarına dolandırıcılar damgasını yediler. 

Bunların üçüde azınlıklardandır, olsun, ancak halkı satmışlar, aldatmışlardır.

Halk çıkarcı oluncada, kulluktan çıkıpta özgürce oyları ile işi bitiremedi. Ancak şimdi onlar kendileri bittiler.

Gelismeleri izleyin, gidişleri iyi degil. Dengelerini yitirdiler.

Vur bozkurtum, vur döneklere, vur kurtulsun Türkiye.

Buda bir köstebek! Burcu Köksal

Buda bir oyun,

Bir yurtsever kişi çıkıpta Burcu Köksal’ca bir açıklama yapmaz. Çünkü bu çıkışlar Erdoğan’ın işine yaramaktadır. 

Sinan Oğan’da böyle çıkış yapmış idi. Oda sonunda Mitçi olarak Erdoğan’ın yanında yer aldı. 

Meral denen bayanda çok çarpıcı Atatürkçülük yapmış idi. Sonunda oda Erdoğan için işler yaptı. Kaçınılmaz idi. O bayan’ın eli ayağı bağlıdır.

Önce horozca öttü, sonra tavukça Erdoğan’ın kümesine girdi. 

Eğer birileri Türk’ten çok türkçülük yapmakta ise onda bir oyun var demektir.

Bu Türk karşıtı Erdoğan’ı başımızdan indirecekken birileri bunca açıklamalar yaparak Erdoğan’a yeniden kazandırmaktadır.

Şimdide Burcu Köksal sözde Türkçü açıklama yaparak Erdoğan’a kazandırmak istedi. İyi, çabuk önü kesildi.

Bu türkçü geçinen ezikleri çok uyarmıştık. Sinan’a kanmayın deye, ulan alçaklar, dönüp nerede ise bize saldıracaklardı. 

Şimdi malak malak düşünmektedirler. Bilerek yada bilmeyerek emeklerimizi sattılar.

Onların içinde kıçının kılı ağarmışlarda vardı. Onlarada “salaklar” derim.

Bekleyelim başka salak köstebeklerde çıkacaktır.

Burcu Köksal Zafer Partisi’ne mi geçiyor?

CHP’nin Afyonkarahisar Belediye Başkanı Adayı Burcu Köksal’ın DEM Parti ile ilgili sözleri tartışılmaya devam ederken, İmamoğlu’nun “ya kendine başka bir iş bulacak ya da başka parti bulacak” sözlerinin ardından dikkat çeken bir gelişme yaşandı. İpek Özbey’e konuşan Ümit Özdağ, Köksal’ın Zafer Partisi Afyon İl Örgütü’nden randevu talep ettiğini söyledi. Özdağ, “Burcu Köksal’a Zafer Partisi’nin kapıları açıktır” derken, Köksal, Özdağ’ı yalanladı.

Ümit Özdağ’da sorumsuzluk içindedir.

KILINÇ ARTIKLARI

Kim nerede, biz neredeyiz?

Tanrı’nın gizli azınlık kulları: Erdogan, Bahçeli, Meral.

Biz geçmişte türkçü toplumcu, buduncu idik. Şimdide öyleyiz.

Bu yurdun ekmeğini yeyip, bölenler, soyanlar, talan edenler, geçmişte nerede idiler? Şimdi neredeler?

Sayın Erdoğan, Müslüma… Türkiye diye başladı, işi Türk karşıtlığında bitirdi. Türkiye’yi Ya Allah Bismillah Allahuekber, Kuran’I azimüşan diyerek soydu, soğana çevirdi. Türk karşıtı olarakda ölecek. 

Onun yüzüne bir bakın, yürüyüşüne bir bakın, onda doğal bir kişi kılığı var mı?

Bunu bilinki çok korku içindedir. Yaptığı bütün yağmalar belgeli biçimde ortada durmaktadır. Gerek kendisini gerek çocuklarını yargıdan kurtaramayacaktır.

Sayın Bahçeli, onunda yüzüne bir bakın, birde yürüyüşüne bakın. Elinde ne sağlığı kalmış, nede kimliği. İleride böyle bir eli yağda bir eli balda olan az süresi kaldı. Onunda başını ağrıtan çok konular var. O AKP ye istemeden arka çıkmaktadır. 

Karanlık odadan ona ses geldi. Artık Erdoğan’a arka çık. Çıkmazsan, ilgili belgeler seni bitirecek dendi.  

Eli kolu bağlıdır. 

Ölüncede onu anan olur mu? Sanmam. Çünkü onunla ilgili belgeler, AKP yönetimden düşünce kapalı dolaplardan çıkacak, ortalığa saçılacaktır. 

Bahçeli’de ölmeden önce talan edenlere ses yükseltememekten yüzüne tükürülecek kişilerin önde gidenidir. 

Onun Ermeni kökenli olmasına sözümüz yok. Allah yaratmışsa, Tanrı da onun yaradılışını önlememişse ben ne deye bilirim? 

Sorun Ermeni kökenli olması değildir. Mit’e çalışmasıda değildir. 

Sorun söylediklerinin tersini yapmamasıdır. 

Meral Akşener, biz onunla ilgili yıllardır yazılar yazdık. Sonradan bu bayan tuttu Türkçü ayaklarına yattı. Türk, Atatürk, Anadolu töresi dedi. Ancak azıcık bitlenince onada karanlık odadan bir ses yeter Meral çark et artık AKP’ye arka çık dedi. Oda kıvıramadı. Ya çark edecekti, yada karanlık odadan onunla ilgili utandırıcı belgeler yayınlanacak idi. 

Ancak gördüğünüz üzere bu bayan AKP ye arka çıkmayı başaramadı. Eline yüzüne bulaştırdı. Sonunda sinir düzeni bozuldu. Sanırım sağlığıda bozuldu. Neden mi? 

Oda Atatürkçü, uygar, yurtseverleri dolandırdı. Buna ınanınız, bu gün onun arkasındakılarda Meral’de uyku uyuyamamaktalar. Neden? Çünkü mızrak çuvala girmemektedir.

Oda az bir süre sonra ortalıktan yok olacak, yolda gördüğü yol arkadaşlarından utanacaktır.

Böyle dolandırıcı duruma düşen Erdogan, Bahçeli, Meral’in yerine düşmektense yokluk içinde olun, ancak yüzüne tükürülecek bir kisi olmayın.

Bakın bu üç kişinin dediklerini yan yana koyun bakalım bir incir çekirdeğini doldurmayacaktır.

Gizli azınlıkları yanında toplayan Ali Babacan la Davutoğlu’nun da köstebek olduklarını ekleyeyim. 

Ağla Türkiyem ağla.

Türkiye’de yeni gelişmeler le beklentiler.

Türkiye’de yeni gelişmeler le beklentiler.

Böyle özgür bir gözle Türkiye’deki gelişmelere bir bakınca beklenmeyen gelişmelerin olduğunu anlamaktayız.

Kısaca ip uçlarını vereyim:

  1. Yakın geçmişte Selahattin Demirtaş: DEM in AKP ilede anlaşmayı denemesini önerdi. Belkide bir buyruk verdi. 

Ona göre de DEM Istanbul’da aday çıkardı. Buna karşılık AKP lilerin DEMe saldırganlıkları azaldı. DEM’inde AKP’ye yumuşaması başladı.

  • Türkiye’de Fethullahçı yapılanmadan görevden atılmış olan savcılar geri dönebilmektedirler.

Ayrıca bazi önemli Fethullah Gülen örgüt üyeleride ortada duran belgelere bakmayarak tutuklanmadan yargılanmışlar, sonundada yine bagışlanmış durumdalar. Bunlar boşuna olmaz.

  • Avrupa Erdogan’a övgülerini artırdı.

Bütün bunlardan anlayacağımız Erdoğan yönetimindeki Türkiye bir yandan PKK öbür yanda Fethullah örgütleri ile ilişkilerini düzeltmeye başlamıştır. 

Buna tepki olarakta Nurettin Veren, konuşmaya basladı.

Yaşlı, sağlıksız bir Erdoğan, Bahçeli’nin kendilerini bile ayakta tutacak güçleri kalmadığıda ortada. Dış güçlerde bu gelişmeyi diretmektedirler. 

Bıçak kemiğe dayandı

Bıçak kemiğe dayandı

Değerli okuyucular,

Bunca sorunlarla didişen toplumun yüzüne birde Türkçe’yi iyi konuşamadığını vurmak istemezdim. Ancak, öyle bir duruma geldik, bütün toplum bilinçsiz bir Türkçe konuşmakta yaışmaya başladı.

Bütün konularda olduğu üzere dil konusundada başta Türkiye Türkleri çok bilgisiz, ancak çok bilmiş gösterisi içindedirler.

Burada iki olumsuzluk bir arada 1. konuştuğu dili bilinçli kullanmamak, 2. Türkçe’yi çok bildiğini öne sürmek.

Bu durum geri kalmış toplumlarda görülen bir ağrıdır (hastalık).

Uzatmayayım. Konunun iç yüzü bu:

Başta uzak gösterici (tv) sunucuuları, yazılı basın olmak.üzere, ileri gelenler bir konuyu iyi açıklamak sanısıyla sözlerinin arasına bir yabancı sözü koymaktadırlar.

Bu kişinin içindeki iç güdüsünü ortaya koymaktadır. Nedir o iç güdü?

  1. Arada yabancı dillerde çok kullanılan bir sözü kullanarak kendisini yabanci dil bilen bilgili birisi olarak tanıtmak.
  2. Anlatmak istediği bir olayın ana konusunu bir tanınmış yabancı

 sözle dile getirerek, kendisinin bir aydın olduğunu topluma benimsetmek isteği.

  • Konuştuğu toplumda bir ayrıcalık elde etmek kendisini bir üst tabakadan olarak tanıtmak isteği.
  • Dinleyici yada arkadaş kesimine kendisini dış basını bile izlediği izlenimini vermek için.
  • Gerçekten Türkçe konusundakı eksikliğini kapatmak için, başka dillerden sözleri bulup kullanmak.

Gelelim kimler bu konuda başı çekmektedir?

Bütün basın yayın, yöneticilerimiz, yazarlar, çizerler, sözde kıymıl (parti) başkanları yada öncüleri.

Bu arada bunuda belirteyim. Bir dönemde sözde Türkçe’yi savunanlar vardı. Oktay Sinanoglu’nun arkasında duranlar. Ne oldu? Neredeler?

Onlar esen bir yele takılmışlardı. Yel durdu. Onlarda yoklar. Neden?

Çünkü onlar kendileri Türkçe’yi köklü olarak bilmeyenlerdi. Ana dilini bilmeyen salaklar ortaya çıkarlar, onun bunun yazılarını tanıtırlar, büyük büyük konuşurlar, sonrada yok olurlar. 

Biz bunları söylemeliyiz. Görevimiz kimseyi küçük düşürmek değil ancak dilimizi korumaktır.

Bu gerçekleri gördüğümüz için bu salak, bilgisiz kişilerin Türkçe ciliğine gülüp geçmekteyiz,

Şimdi Türkçe’yi en yaman konuşanlar kimler onu ortaya koyalım: Devlet Bahçeli, Recep Tayyip Erdogan, Meral Aksener.

Türkçe’yi en doğru konuşan, konuşur ikende yanlış yapmamaya çalışanlar kimlerdir?

Gercektende Dem lilerdir. İşci kıymılı (partisi) başka sol kesimler. 

Son günlerde dile getirilen yabancı sözler: 

Ağızlarından çıkışıyla yazdım:

Manset, menejer, irrastionel, aditor, exagere, abserbe, rafine.  

Bu sözleri kullananlar doğru biçimde bir İngilizce bilimleride yoktur. Ancak halk yutar diye kendilerinin bile tam anlamadıkları bu sözleri kullanmaktadırlar.

Halk bizi neden anlama maktadır?

Halk bizi neden anlama maktadır?

Anlamaz çünkü halk doğrularla bağlantı kuramamaktadır. Bu ne demek?

Bunun anlamı: Bir Türkiye Türkü’nün oluşumuna bakalım. 1. Deyelim kanı Türk. 2. Dili Türkçe sayılmaz. Çünkü günün erkeninden gördüğüne selamaleyküm demektedir. Yemek yerken “bismillah” çekmese bile ses çıkarmamaktadrr. Türkçe ne diyeceğinide bilmez. Yemek yeyen birisine “afiyet” olsunu patlatmaktadır. Yemekten sonra Türkçe alkış (dua) bilmez. Alkış edemez. Sonuç: Dilinde birlik yok.

3. Düşüncesi: Türk olarak düşüne bilmesi için Türk töresini iyi bilmesi gerekir. Belki üç beş kurali sayar, sonra tıkanıp kalır. 

4. Inanç (din) yok denecek ölçektedir. Türkçüyüm diye ortalıkta dolaşanlar. Türkler’in inanç uygulamaları…ı bilmezler. Onun içinde nerde sapıklar varsa onların arkalarında dururlar. Bir dönemde de Tanrı’nin oğlu, kızları oldular. Bunlarla konuşanda kendisini kilisede sanır idi. 

Türkiye’ye Sergey adında (Ak Cang) cı AKAY diye bir tınçı (KGB) gelmiş idi. Ulan salaklar onu “peygamber” sandılar. Ne oldu? Sonrası ben Şaman oldum dedi. Moskova’ya gedip Putin’in elini öptü. 

Şimdi sesi, soluğu yok. Neden aldatıldılar?

Çünkü onun oyunlarını çöze bilecek birikimleri yoktu. Sonuç düşünce temelleri olmadığından.

Kan, yürek, düşünce, dil birliği olmayınca dengeli olunamamaktadır.

Türkçüyüm diyenlerin tümüde kendileri bir bok bilen yerine koyup, dilci, şaman, tanrici oluyor, Türk düşünürü oluyor. Bırakalım kan bağıni bir yere, ancak kendisiyle bütünlük sağlayacak birikimi yoktur. Çoğunun adıda Arapça’dır. Eger Türkçü isen git önce adını değiştir demezler mi? derler.

Eksiklisiniz, yetersizsiniz. 

Yok. Neden?

Bir Türk, yada Türkçü bir müslümanla tartışsa karşısındakı kişi kuranla, Muhammed, Ali, Osman, Ömer’ le çıkmaktadır. 

Bir Hırıstiyanla tartışsa Isa, Incil ile karşısına çıkmaktadiır.

Uzatmayalım. Kendisi kimi neyi örnek gösterecek onu bilememektedir. Bir tek Atatürk var elimizde. Bir bilge Kağan’ı bir Tonyukuk’u, bir Gül Tekin’i yada onların yazdıklarını, söylediklerini örnek gösteremezler.

Böyle olunca yarışta en arkadayız, arkada sınız.

Bunun içinde iki yakamız bir araya gelmemektedir.

Durup durur iken AB Türkiye’yi şap şup yanaklarından öptü ancak neye?

Durup durur iken AB Türkiye’yi şap şup yanaklarından öptü ancak neye?

Bu kişilerin yetkilerini koruyan Avrupa nerede?

AKP / Erdoğan başa gelmeden önce ikide bir kapımızı döven Avrupa, Erdoğan’ıbaşımıza getirdikten sonra Türkiye’de anayasa bile ayaklar altına alınsa da ses çıkarmamaktadır. Bırakın yetkililerin susmuş olmalarını, gazetecileride sus pus oldular.

Orta Dogu’dan, Doğudan bize göçler sürerken, Türkiye’dende yurttaşlarımız Avrupa’ya göçmekteler. 

Yollarda kapı kapı gezerek iş aramaktalar. Kimisi evli ancak yinede kendilerini yurtdışına atmak istemektedirler.

Eskiden bu durum Afrikalılar da çok görülür idi. Şimdi bizimkiler sığınmacı durumuna düştüler. İçlerinde müslüman görünümlülerde az değil.

Pek iyide bunca kişilerin yasalarınıkoruyan Avrupa’ya ne olduda Erdoğan’ın yönetimde kalmasını istemektedir? Soru bu? 

Erdoğan’ın görüşleri tamda Avrupa’nın kına uyuşmasada Avrupa Erdoğan’ı eleştirmemekte, ona el altındanda arka çıkmaktadır. 

Özellikle son dönemde bütün telekeyde bir Erdoğan tutkusu görülmektedir. Rusya’da, ABD’de, Arap ellerinde….

Üstelik Erdoğan’a arka çikanlarda Türk karşıtı ellerdir. Bu sizlere bir ön düşünce vermemekte mi?

Avrupa’da üstelik gazeteciler bile Erdoğan’ın eleştirilmemesi konusunda uyarılmaktadır. 

Son 7 gün içindeki açıklamaları:

Çatışmalardan kaçınmak ve işbirliğini artırmak için Kıbrıs meselesini dikkate alarak Türkiye ile temasa geçmemiz gerekiyor. Türkiye ile daha fazla ilişki kurmamız, çıkarlarımızın örtüştüğü alanlarda çalışmamız ve bizi birbirimizden uzaklaştıran meselelerden kaçınmamız gerekiyor.”

Bir süre öncede asağıdakı açıklamayı yapmışidiler:

Politika: Leclerc: Türkiye’yi desteklemeye devam etmek her zamankinden daha büyük bir öneme sahip

AB’nin Akdeniz’deki faaliyetlerinin merkezine dayanışmayı koyması gerektiğini belirten BMMYK Türkiye Temsilcisi Leclerc, mültecileri sığındıkları topluma dahil etmenin, onlara yardımcı olmanın ve ev sahipliği yapan ülkelere katkı sağlamanın önemli olduğunu kaydetti. Türkiye’nin, 2014’ten bu yana yaklaşık 4 milyonla dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yaptığını hatırlatan Leclerc, “Türkiye’yi desteklemeye devam etmek her zamankinden daha büyük bir öneme sahip” dedi.

Bütün bunlar neden mi?

Çünkü Avrupa çürümüş bir Türkiye özlemi ile yaşamaktadır.

Türklüğün üzeri örtülmelidir.

Ayrıca Araplar’ın Avrupa’ya göçleri Erdogan’in eli ile önlenmelidir.

Bir kişi kendi ulusunun yagıları ile böyle içli dışlı ise o 5. Kola çalışıyor demektir. Bunun anlamı Batılının içimizdeki güvencesidir.